Çok uzak fazla yakın, bir derin sızı...

Eğer aileniz, mübadele ile Türkiye’ye gelenlerdense, size tavsiyem köklerinizde kazı yapın ve önünüzde açılan kapıdan mümkün olmayan duyguyu yaşayın.

Bu satırları bana yazdıran, genetik kodlarımda, gün yüzüne çıkacağı anı usulca bekleyen bir hazin hikaye... İzmirlilerin çoğu gibi benim de ailem mübadele ile Yunanistan’dan gelenlerden. Dedem çocukken, belindeki kuşağa bağlı altınlarla, günler süren zorlu gemi yolculuğuyla nasıl İzmir’e geldiğini anlatırdı hep. Anneannem ise annesinin karnında, Samsun’a giden mübadillerden. Tüm çocukluğumda bir masal gibi dinlediğim, çok uzak, fazla yakın bir hikayeydi bu benim için. Ta ki, annemin 70. doğum gününde, onu baba topraklarına götürmemizi istemesine kadar... Açıkçası ilk gidişim değildi Kavala’ya. Kültürü bize bu kadar yakın, çoğunluğun dilimizi bildiği Kavala, şahane doğasıyla tatillerimizi geçirmekten hoşlandığımız bir yer oldu hep. Ama ilk defa, atalarımın toprağı olduğunu düşünerek ve geçmişin izini sürerek gittim annemle...

Aleksis ile buluşma

Haberin Devamı

Garip bir içgüdü ile, Kavala merkezi değil, eski bir Türk köyünün yeniden restore edilmiş hali olan Akontisma’yı seçtim konaklama için. “Yeni köy” anlamına gelen, Kavala’ya 10 dakika mesafedeki “Neo Karvali”de içinde 3000 yıllık Zeus tapınağı da olan, tarihte Osmanlı’nın yaşadığı antik bir köy Akontisma. Tesadüfe bakın ki, dedemin köyü, konakladığımız bölge çıktı. Annem nasıl dilediyse artık, geçmişe dair her şey ayağımıza geldi. Akontisma otelin sahibinin 84 yaşındaki babası Aleksis, annemi kızı gibi kucakladı ve annemin tüm akrabalarının yaşadığı yerleri gösterdi, hikayeleri anlattı. Bir Türkiye ziyareti sırasında, ne yazık ki ona eski evini göstermek istememişler ve çok üzülmüş Aleksis. Annemi canla başla gezdirdi o sıcakta, 84 yaşına aldırmadan. “Ben çok üzüldüm, sen mutlu git, ben o hissi bilirim” dedi. “Burada da bazen ziyarete gelenler, eski topraklarını isteyecek sanıyorlar, o yüzden göstermek istemiyorlar” diye de ekledi. Anlatımımdan da tahmin edeceğiniz gibi Aleksis gibi bölgedeki tüm mübadiller ana dili gibi Türkçe biliyordu çünkü zaten çoğunun bir zamanlar ana diliydi.
Acı takas...
Gittiğimiz yerlerde “takas” dediğimiz an, göz yaşlarıyla karşıladılar bizi. Çünkü onların da aileleri takas yani mübadele ile Kapadokya, Samsun ve İzmir’den gelmişlerdi. Ataların hikayesi olsa da psikolojide “kök sarsıntısı” olarak geçen bu derin sızı, hepimizin ortak geniydi aslında. Eğer sizin de aileniz, büyük bir insanlık dramı olan mübadele ile Türkiye’ye gelenlerdense, size tavsiyem vakit geçirmeden gidip köklerinizde kazı yapın ve önünüzde açılan kapıdan geçmişe bakarken o tarifi mümkün olmayan duyguyu yaşayın.
Biz “Eğribıçak”lardanız efendim, hayvancılık ve tütün bizim işimiz, “Hüseyin Ağa” büyük büyük dedemiz, yolu sapa yayladaki Baryaklı’ya halamızı gelin vermişiz...
Kavala’nın “Neo Karvali -yeni köy” denilen, deniz kenarında şu an ekim alanı olarak göz alabildiğine uzanan bölge, bizim.
Dallardaki zeytinler de, dinimiz aynı değil diye koparıldığımız Rum komşular da bizim. Ne tapu, ne Lozan ne de araya giren yıllar bu gerçeği değiştiremez, onlar bizim, biz onların geçmişiyiz.
Takas edilirken köhne gemilerde ölen bebeklerin bedeni bizim, Kapadokya’dan Kavala’ya uzanan bademli kurabiyenin hikayesi bizim, birlikte paylaştığımız bu acı geçmiş, bu derin sızı hepimizin.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR