İçinde yemek tarifleri olan bir roman yazıyorum

Haberin Devamı

Sevgili Mario Levi’yle Four Seasons Oteli’nde buluştuk. Ama onunla ilk karşılaşmam değildi. 1999 yılında okuldan erken kaçıp Mario Levi’nin imza gününe yetiştiğimi hatırlıyorum. Bakırköy’de bir kitapçıya gelmişti. Raflardan ‘İstanbul Bir Masaldı’yı kaptığım gibi imza almaya koşmuştum. Peşine düşüşüm o yıllardan. Yıllar sonra aynı kitabı bu röportajımla birlikte imzalatmanın değeri paha biçilemez. Şimdi ise yeni kitabının müjdesini sizlerle paylaşıyorum...

Elli yıllık İstanbullu olarak Mario ne yapar?

Mario öncelikle kendini bir yazar olarak görmek istiyor. Bugüne kadar dokuz kitap yazdım, şu anda 10’uncusunu yazmaktayım. Hâlâ arıyorum, hâlâ en iyi kitabımı arıyorum. Bir gün o kitaba ulaşacağım umuduyla yazıyorum. Sorunun ilk cevabı bu olabilir. Yazar olarak hayatını anlamaya ve tanımlamaya çalışıyor, kendini arıyor Mario. Onun dışında uzun bir süredir neredeyse 15 yıldır Yeditepe Üniversitesi’nde ders veriyorum. Neredeyse 10 yıldır yazı atölyelerim var, kimileri Teşvikiye-Nişantaşı’nda, kimileri Kadıköy’de olmak üzere. Mario aynı zamanda bir eş, Mario aynı zamanda bir baba. Ve kızlarıyla arasında da çok derin bir aşk ilişkisi var.

İçinde yemek tarifleri olan bir roman yazıyorum

OSMANLI ÇOK ÖNEMLİ BİR FÜZYON MUTFAĞI

Sizin yemekle çok haşır neşir olduğunuzu biliyorum. Yemekle ilgili birkaç sorum olacak. New York Times gazetesi 2008 yılında damak tadına düşkün olanların İstanbul’a gitmesini önermiş. O günden bugüne çok şey değişti Mario. Siz ne düşünüyorsunuz?

Hayat bana dünyanın farklı şehirlerinde bulunma imkanı tanıdı. Birçok şehir tanıdım. Birçok şehirde mutlaka gitmem gereken, kendime gerekli gördüğüm yerler arasına o şehrin restoranları vardır. Böyle baktığımızda tabii ki zenginlik açısından elbette aklıma ilk gelen şehirlerden biri Paris’tir. Fakat defalarca şahit oldum ki İstanbul’da hakikaten çok gelişmiş bir damak tadı var, çok gelişmiş bir yemek tadı var. Çünkü dünyanın en önemli birkaç mutfağından biridir Osmanlı Türk Mutfağı. Çünkü bir saray mutfağıdır. Hep şunu söylerim; dünyanın gelişmiş mutfaklarına bakarsanız arkalarında mutlaka ya bir imparatorluk görürsünüz ya bir krallık. Ben Osmanlı mutfağını çok önemli bir füzyon mutfağı olarak da görürüm. Kendi içinde çok doğal bir füzyon mutfağı...

Yemeklerle ilgili daha önceki röportajlarınıza göz atmıştım “Pastırmalı kuru fasulye pastırmayla fasulyenin en mutlu evliliğidir” demiştiniz. Şahane özetlemişsiniz.

Aynen öyle, çok güzel bir yemektir. Ama şimdi şöyle bakacaksınız, bir dünya mutfağına bunu önereceksek eğer gerçekten şunu sormalıyız kendimize. Bir takım damak zevklerine ağır gelir mi, gelmez mi? Belki küçücük bir dokunuş aramalıyız, ne olduğunu bilmiyorum, nasıl sunulacağını bilmiyorum. Belki başka ek bir şey de sunmalıyız gibi düşünüyorum.

‘İstanbul hüzünlü bir şehir İstanbullu da bundan keyif alıyor’

İstanbul’un iki çok önemli duygusu var. Biri hüzün ve ben İstanbullu’nun aslında bu hüzünden keyif aldığını bile düşünüyorum. Ve hayat bana birkaç yabancı dil öğrenme imkânı verdi. Bu dillerin hiçbirinde hüzün kelimesinin tam karşılığını bulamıyorum. Çünkü hüzün bir melankoli değil, hüzün bir keder değil, hüzünün içinde bir gülümseme var. Hüzün hayattan koparmaz, hüzün hayata bağlar ve hayatı daha anlamlı kılar. İstanbul’un hüzünlü bir şehir olmasının sebeplerinden biri de bir göç şehri olmasıdır. Çünkü İstanbul hem çok göç almış, hem de göç vermiş bir şehirdir. İstanbul’un gelenleri gibi gidenleri de vardır. Öteki duygusu da İstanbul’un zaman zaman bizi üzen, zaman zaman bizi kızdıran duygusu kaostur, çok kaotik bir şehirdir İstanbul. Ama bu kaosta bana göre bir yazar için son derece üretken bir ortam oluşturmaktadır. Çünkü her şeyin düzenli, sorunsuz olduğu bir şehirde yaşasaydık yazmak için bir nedenimiz olmazdı.

Kahvaltıda çay ve simidi nereye gitsem özlerim


En son ne pişirdiniz?

Mayonezli levrek.

En son ne okudunuz?

Bir dersim için bir roman okudum. Alberto Moravia’nın “Küçümseme” adında bir kitabı. Yeni bir kitap değil bu, uzun yıllar önce yayınlanmış bir kitap. Ancak şu sıralar çok fazla kitap okumamamın bir sebebi var. Çünkü şu sıralar ben bir kitap yazıyorum ve yazmakta olduğum kitap da bir yemek kitabı.

Yaşasın!

Geçen yıl başladım. Muhtemelen bu yılın sonbaharında raflardaki yerini alacak. Ama yemek kitapları rafında değil romanlar rafında olacak. Çünkü bu bir roman, içinde yemeklerin bulunduğu hatta yemek tariflerinin verildiği ama yemeklerin anılarının, hikayelerin yer aldığı ve birbirleriyle bütünleşerek uzun ve kendi içinde bütünlüklü bir hikaye oluşturduğu bir roman bu.

Peki, belli mi kitabın ismi?

Henüz daha belli değil. Zaten kafamda birkaç isim var. Ama şöyle diyeyim size istiyorsanız. Benim Doğulu bir tarafım var. Ben kadere, kısmete de inanırım. Ama aynı zamanda nazara da inanırım. Dolayısıyla nazar değmesin diye kitabın adını söylemeyeceğim. Ama yine şöyle bir ipucu verebilirim sadece kitabın adı da bir yemek adı olabilir, o kadar.

Tüm keşmekeşe rağmen hepimiz İstanbul’dayız, tam da göbeğinde yaşıyoruz ve direniyoruz. Bu direnç neden kaynaklanıyor? Yoksa bunu mu seviyoruz acaba gerçekten?

Zaman zaman ben de, “Hayatımın bir bölümünü acaba Venedik’te, Roma’da ya da Paris’te geçirsem mi?” sorusunu sormuyor değilim kendime. Ama ben burayı çok özlüyorum ve burayı özlememi sağlayan belki de çok basit denilebilecek ayrıntılar. Örnek vermem gerekirse bir sabah kahvaltısında demli bir çay ile sıcak taze bir simit ve eski kaşar peyniri yemek, bunu özlemek bile yetiyor. Galiba benim İstanbul’la ilişkim tam bir aşk ilişkisi, zaman zaman kızıyorum, zaman zaman öfkeleniyorum, zaman zaman hınçla doluyorum, ama onsuz edemiyorum.

Hangi restoranlara gidersiniz?

Mesela bizim Kadıköy çarşısında Osmanlı mutfağı geleneğini çok iyi sürdürdüğüne inandığım Yanyalı Fehmi Lokantası var. Oraya gitmekten çok hoşlanırım. Yine Kadıköy çarşısında Güneydoğu mutfağını çok iyi yansıtan Çiya var. Onun dışında tabii ki İstanbul demek balık demek. Bildiklerim arasında şu anda en iyi balık restoranı Cibalikapı Balıkçısı.

Mario Levi’den Kaşkarikas tarifi

Orta büyüklükte sakız kabaklarının her iki tarafını kesip ortadan ikiye bölüyorsunuz. Kabağı oymadan önce kabuklarını salatalık soyar gibi soyuyorsunuz. Çıkan şeritleri ikişer üçer santimlik parçalara bölüyorsunuz. O parçaları tuzlu suyun içinde bekletiyorsunuz ve süzgeçten geçiriyorsunuz, iyice yıkıyorsunuz. Bir tencereye koymadan önce (ölçü 8 sakız kabağı ölçüsü içindir) iki limonun suyu, dört çorba kaşığı zeytinyağ, bir tatlı kaşığı şeker, yarım tatlı kaşığı tuz koyuyorsunuz. Yarım bardak kadar da su... Tencerede iyice karıştırıyorsunuz. 5-6 diş sarımsak da koyuyorsunuz. 15 dakika haşlıyorsunuz, sonra soğumasını bekliyorsunuz. Bunu bir zeytinyağlı çeşnisi olarak sunuyorsunuz.

Kalp sağlığına dikkat çektik

Sevgililer Günü haftasında en manidar kırmızı kalp, Türk Kalp Vakfı’nın oldu. Selçuk Kaya’nın yaptığı bu harika projenin içinde bulunmaktan çok mutluyduk. Bu yıl ikincisi organize edilen projenin amacı bebek ve çocuklarda kalp sağlığına dikkat çekmek. Fotoğraflarımızı sevgili Merve Hasman çekti. Proje kapsamında 10 çocuğumuz Prof. Dr. Tayyar Sarıoğlu’nun desteği ile ameliyat edilecek.

Çilek Kız’ı kaçırmayın

Dünyada çocukların sevgilisi Strawberry Shortcake nam-ı diğer Çilek Kız, Amerika’dan Brezilya’ya pek çok ülkede sergilenen muhteşem Live şovuyla Türkiye’de. İlk kez özel kostüm karakterler, dans ve müzik şovlar eşliğinde Akatlar MKM’de 2-17 Mart tarihleri arasinda hafta sonları sahneleniyor. Biletix’ten biletleri temin edebilirsiniz.

DİĞER YENİ YAZILAR