Gazete Vatan Logo

Asker, iş dünyasından destek alamazsa darbe yapamaz!

Uzun yıllar Milli Güvenlik Akademisi’nde ders veren siyaset bilimci Prof. Hasan Köni, askerleri çok yakından tanıyan bir isim

Hal böyle olunca insan sormadan edemiyor;

“Bir darbe daha olur mu?” diye... Köni, “Zor” diye başlıyor söze, ama devamında şaşırtıcı bir yorum yapıyor. “Bu, iş dünyasına bağlı. Eğer ki laiklik konusunda korkuları artarsa, askere destek olabilirler. Çünkü geçmiş darbelerde askerin arkasında Amerika vardı. Şimdi yok!”

Bir yanda Anayasa tartışmaları, öte yanda terör sorunu ve Meclis’te PKK’ya terörist diyemeyen DTP’nin varlığı, devletin zirvesinde ise askerlerle cumhurbaşkanı arasındaki kangrenleşmeye doğru giden kriz... Türk siyaseti zorlu bir dönemeçte ve bu dönemeci tüm yönleriyle değerlendirebilecek az sayıda uzman var. Onlardan biri de Prof. Hasan Köni. 35 yıldır siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler üzerine ders veriyor ama pek az siyaset bilimcide olan bir başka özelliği daha var ki, o da Türk Silahlı Kuvvetleri’ni çok yakından tanıması. Altı yıl boyunca Milli Güvenlik Akademisi’nde askerlere uluslararası ilişkiler ve komplo teorileri üzerine dersler veren Prof. Köni, ordunun yapısı, işleyişi ve davranış biçimi üzerine çok şey biliyor. Türk siyasetine bakışı da kendine özgü. Türkiye’nin üç kampa bölündüğü gibi iddialı tezleri var. Nasıl bir bölünme? Bir yanda AKP’ye oy verenler, bir yanda DTP’ye oy verenler ve öte yanda mevcut statünün devamını isteyenler. Yani askerler, bürokratlar ve zenginler... Bu birinci tespiti, ama çok daha ilginç tespitleri var. Cumhurbaşkanlığı krizi konusundaki yorumu mesela. Köni’ye göre, asker Cumhurbaşkanı Gül’e karşı psikolojik operasyon uyguluyor ve değme siyasetçinin bile bu baskıya dayanması çok güç. Peki ne olur? Referandumdan sonra Gül gidebilir! Ve en çarpıcı saptaması, ki hemen herkesin en fazla merak ettiği konu bu. Asker darbe yapar mı? Köni’nin cevabı çok net; “Şu anda para işadamları ve devlette... Eğer ki laiklik meselesi iş dünyasını korkutacak denli büyürse, işte o zaman askere destek olabilirler. Ve darbenin yolu açılır!”

Türkiye üçe bölündü

Türkiye’de ne değişti ki, AKP neredeyse her iki seçmenden birinin oyunu aldı?

Prof. Ahmet Yücekök, bir tez yazmıştı yıllar önce. ‘Örgütlenmemiş dinin sosyo ekonomik temelleri’ diye... Şunu öngörüyordu; örgütlenmiş olanlar, yani işçi sınıfı, kendi isteklerini aktarabileceği bir kanal bulduğu için o kadar dine bağlı değil. Örgütlenmemiş fakir taban ise, şikayetini edebileceği bir kanal bulamadığı için daha dinci. Ama bu ikisi de aynı taban. Yani Ecevit’e oy veren işçi sınıfıyla Erbakan’a oy veren taban aynı. Ama biri örgütlendiği için o kadar dindar değil, diğeri ise örgütlenemediği için dindar. İşte bu fikir Erbakan- Ecevit koalisyonunu doğurmuştu.

Artık zenciler konuşuyor

Şimdi ise her iki taban da AKP’ye oy verdi...
Evet. Çünkü o 1990’lardaki değişim üzerine, 1999’da Avrupa Birliği ile bir değişim daha oldu. AB’nin demokratikleşmeyle bastırdığı olay merkezin kanatlarını açmasına yol açtı. Ve içeriye taban dediğimiz yapı girdi. Onlar ne diyorlar kendilerine? Zenci! İşte o zenciler şimdi içeride ve diyorlar ki, ’Benim kültürüm bu. Başımı örteceğim ve istediğim tarzda eğitim yapacağım. Dinimi öğreneceğim.’ Böyle diyorlar. Çünkü teknolojiyi bilmiyor, dini biliyorlar. Tabii bu arada demokratikleşmeyle sadece taban kültürü sistemin içine girmedi. Demokratikleşme etnisiteyi de doğurdu ve olaylar kızıştı.

Güneydoğu’da çözüm nasıl mümkün olabilecek?
Güneydoğu’da çözüm ceza davasına girecek laflarda yatıyor. Siz şu anda demokratik bir sistem içinde Meclis’e girmiş DTP ile bir anayasa yapıyorsunuz. Ama kurucu bir meclis olmadığı için bu anayasanın her kesimin beğenebileceği bir anayasa olması mümkün değil. Yani, ‘Türkiye’de iki eşit halk vardır. Bunlarla birlikte Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur’ demedikçe DTP ve Kürtler’i memnun etmek mümkün değil. ’Başörtüsü ve dini eğitim serbest’ demedikçe dindar kesimi ve AKP’lileri memnun etmek mümkün değil. Tam laiklik ve üniter devlet yapısı ortaya koymadıkça da cumhuriyet döneminde yetişmiş kesimi memnun etmek mümkün değil... Şu anda Türkiye üçe bölündü.

Bu son kesimin oranı yüzde 20 mi peki?
Yüzde 20 ama köydeki Mehmet Ağa başka, profesör olup dünyaya demeç veren Mehmet Bey başka! Hangimiz daha ağır basacağız? Mehmet Ağa konuşacak, bir de ben konuşayım bakayım. O yüzde 20’nin etkinliği paranın çarpan etkisi gibi... 1 milyarı piyasaya sokuyorsunuz, elden ele 5 defa dolaşıyorsa, gücü 5 milyara ulaşıyor. Bu kesimin gücü de, TÜSİAD, öğretim üyeleri, askerler ve bürokratlar. En gelişmiş kesim yani. Bütün bu kesimlerin bir uyuşma içine sokulabilmesi zaman alacak... Ama AB’ye bakıyorsunuz, Belçika ikiye ayrılmış. Zenginlik var, refah var, demokrasi var, laiklik var. Peki bu Fransızca konuşan Frankofonlarla Alman asıllılar niye uyuşamazlar? Ne var ki? İki dil konuşsunlar. İngiltere’de niye 4 bölgesel parlamento var? İngilizler, Galler, İskoçlar, İrlandalılar diye... İşte bu gibi yapıların Türkiye’de hazmedilmesi, yeni sosyal talepleri karşılayacak bir modele erişilmesi çok zor.

Neden?
Şu anki özgürleştirme ve demokratikleştirme çabaları güçlü devletin yapısını sarsıyor. Bütün talepleri emebilen bir siyasal yapı en iyi yapıdır. Ama bizim bir elektrik sistemimiz var; 200 voltluk. Üç yeni oda yapıp yeni ampuller koyuyorsunuz. Elektrik talebi 240 volta çıkıyor. Ya bu sisteme bir takım yeni emici fazlar takarsınız, o 240’ı emer ya da birtakım vidalarla sıkarsınız, yangın çıkar ve patlar. İşte eğer Türkiye’de bu tür çözümleri yapmazsak çatışma ve patlamaların ortasında kalacağız.

Peki üçe bölündük dediniz... Bunu açar mısınız?
Birincisi DTP ve tabanı, Kürtler... Yani etnik kökenin ortaya çıkardığı bir yapı. İkincisi geniş tabanı temsil eden, etkili halk kitlesi. İçlerinde dindarlar ve AKP’ye oy verenler çoğunlukta. Üçüncüsü de askerler, bürokratlar ve üst gelir grupları... Onlar tepedeki seçkinler. Bulundukları statüden memnunlar. Ama iki tarafı da anlamıyorlar. Bunların hepsi CHP’li de değil. Laikler ve orta grup ise daha altta..

Üçüncü kesim statüsünün değişmesini istemiyor diyorsunuz. Neden?
Mesela Genel Kurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanması, normal memur kanununa, ceza kanununa tabi olması, ayrı mahkemelerinin olmaması, Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısının değişmesi, bu statü kaybı kolay emilecek bir şey mi?

Sizce bu olmalı mı?
Bunu söyleyemem.

Peki bu kadar tehdidin olduğu bir dönemde Milli Güvenlik Kurulu’nun yapısının değişmesi doğru olur mu?
Bakın, şu anda sürekli bir tehdit algılaması var. Ama benim anlamadığım şey şu; DTP Meclis’te. Yani en büyük karar mevkindeler ve ’PKK bizim kardeşimizdir, ona terörist diyemeyiz’ diyorlar. Bu sırada da PKK’nın bir kısmı savaşıyor. Niye savaşıyor? Savaşılıyor mu, savaşılmıyor mu? Tam olarak gerçekten bir savaş oluyor mu? Yoksa Barzani burada Kuzey Irak Kürt yapısını kurmak için mi bu olayları yapıyor, tam bilemiyoruz. Ama olaylar oluyor, bombalar patlıyor. Adamın biri sınırdan giriyor, Ankara’nın ortasına bomba koyuyor, sonra o bombayı köpek buluyor. Helal olsun! Mahkeme için celp gönderiyorsunuz, polis karşı kahvede oturan adamı bulamıyor. Böyle ilginç bir ülke burası. Yani bombayı kim koydu belli değil. İlk önce El Kaide diyorlardı, ayıp oldu, sonra PKK koydu oldu.

Derin devletin işi mi yani?
Bilmiyorum. Ama biliyorsunuz, yabancı devletlerin arşivleri 30 senede bir açılıyor. 1977’ye kadar İngiliz arşivleri açık. Gidip o dönemdeki siyasi olayları okuyorsunuz, bildiklerinizden bambaşka. Şakır şakır yazmışlar gerçeği. Türkiye’de olanlar da ileride ortaya çıkacak. Bu arada bütün bu yeni yapılanmalar karşısında askerler gücünü kaybedecek. Ama işadamları kaybetmez.

Niye?
Çünkü üreten sınıf. Burjuvazi ne diyor krala? Sen ne üretiyorsun? Hiçbir şey. Ben üretiyorum. Öyleyse ben de yöneteceğim. Onun için şimdi TÜSİAD çıkıp, ‘Böyle anayasa olmaz’ diyebiliyor.

Askere de, polise de ders verdi

Saint Joseph, ardından Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Yani ’Mülkiyeli’; Türkiye’yi yönetenlerin okulundan... Doktorasını Mülkiye’de, doktora üstü çalışmalarını Michigan State Üniversitesi’nde tamamladı. 1978’de Colombia Üniversitesi’nde, 1982’de California Üniveristesi’nde ve 1990-91’de John Hopkins Üniversitesi’nde konuk öğretim görevlisi oldu. 32 yıl boyunca Mülkiye’de uluslararası ilişkiler üzerine ders verdi. Bunun yanı sıra Milli Güvenlik Akademisi’nde altı yıl boyunca askerlere uluslararası sorunları ve komplo teorilerini anlattı. Ayrıca Polis Akademisi’nde devletler hukuku, Kara Harp Okulu’nda ise siyasi tarih dersleri verdi. Halen Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim görevlisi. Eğitimi ve kariyeri kadar, soyadı da siyaset bilimine yakışıyor. Köni, Orhun Kitabeleri’nde ‘doğru, adil yargıç’ anlamına geliyor. Köni’nin pek çok kitabı ve makalesi bulunuyor. Son kitabı Hayy Kitap tarafından yayımlanan ’Son Küresel Kart: Amerikan Turanı’...

Asıl savaş laiklik değil, etnisite sorunu tartışıldığında çıkacak

Anayasa değişikliği sırasında laiklik kadar tartışılacak başka bir madde daha var mı?

Hele durun, bir etnisitide konusu gelecek. DTP diyecek ki, ‘Bu laiklik iyi hoş da, bizim taleplerimiz konusunda hiçbir numara yok. Onlar nerede?’ Tamam, bu kadar dediğiniz zaman, Irak sınırındaki savaşı seyredin.

Askerin son gelişmelerden rahatsız olduğu konuşuluyor. Batı basınında da asker müdahele edebilir diye yorumlar çıkıyor... Sizce bu mümkün mü peki?

Kolay değil, müdahale olması için Amerika’nın desteği gerekiyor.

Askerin müdahelesi için illa Amerika’nın desteği mi lazım?
Hayır. Para lazım! Askerde para yok. Bir siyasal sistemin dönmesi parayla mümkün. Para ise işadamları ve devlette. 1960 darbesi nasıl oldu biliyor musunuz? Amerika izin verdi, Merkez Bankası’ndaki Marshall yardımıyla gelen fonlar serbest bırakıldı.

Peki 1980 darbesi nasıl oldu?
Yine Amerika destek oldu. 1960 ila 1980 arasında, Latin Amerika, Asya ve Ortadoğu’daki bütün olayların arkasında Amerika’nın desteği vardı. Çünkü Amerika sola karşı savaşıyordu. 1980’den sonra Sovyetler Birliği’nin çöküş dönemi başladı. Ondan sonra daha yumuşak, daha psikolojik darbeler yapılmaya, model sübap ayarlamalarına döndü iş. Çünkü direkt askeri müdahale çok pahalı.

Amerika neden destek vermez şimdi?
Kendi sistemini rahatsız eden bir durum yok. Türkiye’nin bürokrasisi, siyasetçisi Amerika’ya karşı değil.

Asker yalnız kaldı yani?
Evet. Bütün analizlerde öyle...

Gül, askerin psikolojik harekatına uzun
süre dayanamayabilir


Askerin, Gül’e tavrı 7 yıl boyunca böyle mi sürecek? Yani cumhurbaşkanım dememek, tokalaşmamak, köşe kapmaca oynamak...
Asker Gül’e karşı psikolojik operasyon düzenliyor. Elini bile sıkmıyorlar. Onu görünce yollarını değiştiriyorlar. Gül, karısıyla yan yana gelemiyor. Olacak iş mi bu! Bunlar adamı fena hırpalar...

Demek ki Gül’ün sinirleri çok sağlam...
Göreceğiz. Bakalım bu psikolojik savaşa, her dakika hakarete ne kadar dayanabilecek. Yerine başkası gelebilir.

Öyle bir ihtimal var mı peki?
Sistem değişiyor. Referandumdan sonra başka bir formül bulunabilir. Yeni bir seçim olabilir. O bırakır, başkası gelebilir.

Başörtüsü yasağı kalkmalı mı?
Eğer bütün partiler bir araya gelip, ‘Başörtüsü serbesttir’ derse bir toplumsal uzlaşma olur. Ama sadece AKP’nin isteğiyle başörtüsü yasağı kalkarsa hır çıkar. 20 sene bu kavgayı seyredersiniz. Yüzde 47 oyla seçim almak yeterli değil. Toplumun çatıştığı konularda uzlaşma olması gerekiyor. Ama başörtüsü konusu daha çok tartışılacak. Tartışarak iki taraf da ortaya doğru gelecek. Taban kültürü hazmedilecek. Uzlaşma sağlanacak bence.

Cumhurbaşkanlığı seçiminde de uzlaşma denmişti ama olmadı...

Cumhurbaşkanlığında da belli bir boyut var. Gül’ün eğitim zamanındaki arkadaşları partiyi parçalayabilirlerdi. Böyle 50-60 kişilik bir grup var.

Yani Başbakan gerçekten elinde olmayan sebeplerle mi, Gül’ün cumhurbaşkanlığına evet dedi?
Evet. Yoksa parti dağılırdı.

*****

ÖZÜR: Geçen hafta yazımı yazdım, sayfayı yapılmak üzere teslim edip, bir konferansa katılmak için Hollanda’ya gittim. Döndüğümde Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Bardakoğlu’nun iki gün süren söyleşisinde öyle hatalar gördüm ki, özrü kabahatinden büyük. Zaten okurlarımızdan da gerekli eleştiriyi aldık. Elbette olanı telafi etmez ama söyleşinin hatasızını internet sayfalarımızdan okuyabilirsiniz. Tekrar özür dileriz...

Röportaj: Mine Şenocaklı

Haberin Devamı