Gazete Vatan Logo

Ankara'ya gel, başımıza geç!

Kurtuluş Savaşı'nın ilk yılında İstanbul'a gizlice gelen kurye Büyük Millet Meclisi Başkanı'nın mesajını taşıyordu.

Son Halife Abdülmecid'in ilerleyen yaşıyla birlikte ilgisi daha çok resme yönelmişti. Sanatçılarla olan dostluğu ve ressamlarla arkadaşlığı onun fırçasını da olgunlaştırıyordu. Resimleri o kadar fazla övgü almaya başladı ki şehzadenin "ressam olarak" hevesi daha da arttı. Adını ressam olarak Avrupa'da da duyurmak arzusundaydı.

1894 yılında Paris'te uluslararası bir resim sergisi açılacağını duymuştu. En sevdiği ve beğendiği resimlerinden bazılarını orada sergilemek istedi. Kendisi de bizzat Paris'e gitmek, sanat çevresinin havasını orada solumak istiyordu. Önüne çıkan engel ise Padişah Abdülhamid oldu. Saltanat aleyhine tırmanan hareketlerden zaten tedirgin olan padişahın yeğenine sergi bahanesi ile yurt dışına çıkma izni vermesi beklenemezdi. İsteği reddedildi.

Abdülmecid Efendi'nin sanat açısından tam bir özgürlüğe sahip olması Meşrutiyetin ikinci kez ilânından sonra gerçekleşti. Abdülhamid tahttan indirilmiş yerine biraderi Sultan Reşad geçirilmişti. Sevilmeyen Şehzade Vahdettin de Abdülmecid'in kendisine yapılan teklife yanaşmaması üzerine veliaht ilân edilmişti. Abdülmecid Efendi'nin payına ise özgürlükle birlikte Osmanlı Ressamları Cemiyeti'nin fahri başkanlığı düşmüştü.

Dışa açılıyor
Piyer Loti ile de dost olan Abdülmecid Efendi, iki tablosunu Fransız yazara hediye etti. Ama tablolarının asıl dışarı çıkmaya başlaması, Viyana'da açılan bir sergi vesilesi ile oldu. Abdülmecid Efendi'nin dört tablosu bu sergide teşhir edildi. Tevfik Fikret'in ünlü "Sis" şiirinin de tablosunu yapması Meşrutiyet yıllarındadır. Edebiyat çevrelerince Şair-i Azam olarak adlandırılan Abdülhâk Hamid Bey'in de tablosunu bu yıllarda yaptı..

Resimden fırsat bulduğu zamanlarını müzikle uğraşarak geçiriyordu. Çok iyi keman ve piyano çalan şehzadenin hanedanın diğer üyelerinden bir farkı vardı. Onlar gibi Türk Sanat Müziği dinlemezdi. Hatta bu müzikten nefret ederdi. Klasik Batı Müziği'ne ise bayılır, yabancıların İstanbul'a getirttiği müzisyenlerin hiçbir resitalini kaçırmazdı.

Konserleri önceden ayırttığı locasından izler, örneğin verilen bir piyano resitali ise parmaklarını locanın önündeki kadife kaplı pervaza koyar, sanki piyanoyu kendisi çalıyormuş gibi parmaklarını oynatırdı.

Müziği başını sağa sola veya öne arkaya sallayarak izlerdi. Onun başıyla müziğe uygun ritim tutması istanbul'un seçkinleri arasında alay konusu olmuştu. Halk da kendisine "Sallabaş şehzade" adını takmıştı. Artık o İstanbul'un sanat çevrelerinin hamisi ve bu tür davetlerin vazgeçilmez ismi sayılıyordu.

Abdülhâk Hamid'in "Finten" adlı eseri tiyatroda ilk sahnelendiği gece yine locasındaydı. Temsilden sonra İstanbul'un en seçkin yazar ve sanatçılarına evinde bir davet verdi. Kırk kişinin ağırlandığı bu davette sofrada kuş sütü eksikti. En önemli sürpriz ise Şehzade Abdülmecid Efendi tarafından konukların her birine hediye edilen altın kravat iğnesiydi. İğnenin üzerindeki mine kaplamada "Finten" yazılıydı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'un sönmeye başlayan sosyal hayatı sık sık sarsıntı geçiriyordu. Önce Sultan Reşad öldü, tahta veliaht Vahdettin otuz altıncı Osmanlı Padişah'ı olarak çıktı.

Ağabeyi Yusuf İzzettin ise onun veliahtı ilân edildi. Yusuf İzzettin'in intiharı üzerine veliahtlık sırası Abdülmecid Efendi'ye geldi. Yusuf İzzettin'in ölümü de çok tartışıldı. İstanbul, şehzadenin intiharına inanmadı.

Başkomutan ve Harbiye Nazırı Enver Paşa'yı hiç sevmeyen Yusuf İzzettin'in, resmi bir görevle ziyaret ettiği Çanakkale Cephesi'nde olay çıkardığı konuşuluyordu. Dedikodulara göre veliaht, cepheden gelen kayıpların çokluğu üzerine öfkelenip "Bunları senin anan mı doğurdu?" diye Enver Paşa'nın üzerine yürümüş hatta silah çekmek istemişti. Yusuf İzzettin'in de babası gibi cinayete kurban gittiği ve ölüm raporunun "intihar" olarak düzenlendiği anlatılıyordu.

Savaş kaybedildi. Enver ve Talat paşalar yurt dışına kaçtılar. Başkent işgal edildi. İşgalden evvel sönmeye başlayan İstanbul'un sosyal hayatı iyice karanlığa gömülmüştü. Anadolu'da başlayan bir mukavemet hareketi vardı, başına da şöhretini Anafartalar'da kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa geçmişti ama İstanbul bu cılız umut ışığını pek ciddiye almıyordu.

Vahdettin tercihini İngilizlerden yana koymuştu. Veliaht Abdülmecid Efendi ise kararsızdı. Bazen Anadolu harekâtına katılmak isteğine kapılıyor bazen de kararsızlığa düşüyordu.

Ankara'nın teklifi
Bir gün oturduğu Şişli'deki konağa bir subayın geleceği duyuruldu. Yumni Bey adındaki bu subay Ankara'dan geliyor ve Mustafa Kemal'in mesajını taşıyordu.

Subay gece yarısına doğru gizlice, üstelik arka kapıdan konağa alınıp Veliaht Abdülmecid'in yanına çıkarıldı. Abdülmecid Efendi subayı tanıyordu. Kendisinin eski yaveriydi. Uzattığı zarfı açıp okudu. "Nasıl olacak bu?" diye sordu. Yumni Bey "Siz isteyin, hemen şimdi bile yola çıkabiliriz. Her türlü tertibat alınmıştır.." dedi.

Zarftan çıkan kağıtta şöyle yazılıydı:

"İstiklâl için mücadele eden milletimin başına geçmek üzere Anadolu'ya geçmeniz mütemennâdır (temenni edilmektedir, dilenmektedir) efendim." İmza: Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal.

Yumni Bey'in yanında iki mektup daha vardı. Biri Hamdullah Suphi Bey'den diğeri de Roma Elçisi Cami Bey'dendi. Onlar da Anadolu'ya geçmesini diliyorlardı. Abdülmecid Efendi düşünmek ve yakınlarına danışmak üzere süre istedi. Danışacakları enişteleri Halit ve Şerif Paşalar ile sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ydı.

İki gün sonra Yumni Bey'i çağırtan Abdülmecid Efendi tereddütlü ve üzüntülüydü. Anadolu harekâtına katılmayı çok istediğini ancak bunun siyasi duruma nasıl bir etki yapacağını bilemediğini anlattı. Durumu iyice anlamak için birkaç ay bekleyip, gelişmeleri görmek istiyordu. "Mustafa Kemal Paşa'ya böyle söyleyin. Elimden başkaca gelen her şeyi yaparım.." dedi.

Geciken karar
Paşa enişteleri veliahtın Ankara'ya geçme eğilimine şiddetle karşı çıkmışlar "Gidersen seni Padişah ilân edecek. Hanedan bölünecek. Yani memleket bölünecek. Bu iş vatanın hayrına olmaz.." demişler. Anlaşılıyor ki Abdülmecid Efendi bunların etkisinde kalmış. Eğer o gün "Geliyorum" deseydi İtalyan işgal kuvvetleri tarafından hazırlanan bir botla İstanbul'dan ayrılacaktı. Kendisini bir tabur asker koruyacaktı.

Anadolu'nun paylaşımında İngilizler tarafından oyuna getirildiğini düşünen İtalya, Abdülmecid Efendi'yi kaçırarak Londra'ya kazık atmak istiyordu. Saray onun bu niyetinden kuşkulanıyordu. İşgal Kuvvetleri Komutanlığı ise "Her an Ankara'ya kaçabilir.." gözüyle baktığı için tedbirini aldı. Veliaht İngilizlerin baskısı ile Şişli'deki konaktan zorunlu olarak Dolmabahçe Sarayı'na nakledildi. Artık burada oturacak ve İngilizlerin gözü daima üzerinde olacaktı.

Haberin Devamı