Gazete Vatan Logo

Anadolu’ya hayal kurduran son destancıyı uğurluyoruz

Türk ve dünya edebiyatının devi Yaşar Kemal’i bugün son yolculuğuna uğurluyoruz. İlk tören Lütfi Kırdar’da, cenaze namazı ise Teşvikiye Camisi’nde kılınacak

“Sevgili Dostlar,

Folklor ve etnografya araştıran bir bilim adamı olmayı çok istedim. O olanağım olmadı, ama büyük şanslarım oldu.

Biz Cumhuriyet sanatçıları Tercüme Bürosunun çevirdiği dünya klasikleriyle yetiştik. Halkevleri, Köy Enstitüleri bize yardım etti.

Edebiyata gelince, ben edebiyata çocukken başladım. Benim köyüm 1865 yılında bir isyandan sonra yerleştirilmiş göçebe Türkmenlerin köyüydü. Benim çocukluğumda bu köye çok aşıklar, destancılar gelirdi.

Bütün Çukurova’da aşıklar, destancılar dolaşırdı. Ben destancılara çok meraklıydım. Eğer modern edebiyatla karşılaşmasaydım, ki karşılaşmam tesadüftür, bir destancı olurdum.

Köye bir destancı gelince ben onun yanındaydım. Çıraklığını yaptığım Çukurovanın büyük gezginci destancılarından öğrendiğim destanları Toroslarda köy köy dolaşarak anlatır, bir yandan da ağıtlar, büyük halk şairlerinden şiirler toplardım.

Söz sanatlarının etkisini halka destan anlattığım günlerde anladım. Bana katılan iyi dinleyiciyi bulduğum köylerde, yörelerde dinleyicilerle birlikte sözlerim kanatlanıyor, uçuyor, daha sevinçle anlatıyordum. Dinleyicilerimin bana az katıldığı köylerde, yörelerde anlatımım, yaratımım daha sönük geçiyordu.

Haberin Devamı

Usta bir destancının anlatımı ezber değildir. Anlatıcı her anlatışında, halkın ona katılmasına göre, yeniden yaratır. Onun için destanlar kırk bin yıl su altında kalmış çakıl taşları gibi, destancıdan destancıya geçerek, yunur, arınır, düzgünleşir.

Yazılı edebiyat ise bambaşkadır. Karşında kaleminden, kağıdından başka hiç kimse yoktur. Ne ses, ne karşında insanlar, ne beden hareketleri, hiç bir şey yoktur.

Sözlü edebiyat, her zaman, 20. Yüzyıla kadar diyelim, yazılı edebiyatın özsel kaynağı olmuştur. Çağımızda halk sanatının üstünde gereğince durulmaması, folklorun salt bir bilim dalı sanılması çağımız kültürüne epeyce zarar vermiştir.

Sözlü edebiyat bugün de birçok biçim ve anlatımla karşımızda, Gılgamış, İlyada, Odysseia, Manas, Dede Korkut, Şahname. Biz Türkiye yazarları çok talihliyiz aslında, bir yanda Homeros, Nazım Hikmet, Aşık Veysel,Orhan Veli, Yakup Kadri, Sabahattin Ali, Sait Faik, bir yanda da Tolstoy, Dostoyevski, Çehov, Gogol, Faulkner elimizin altında.

Haberin Devamı

Bilimde ve sanatta atlamalar olamaz. Her yeni oluşum eski zincirin son halkasıdır

Ben destan, masal dilinden geliyor, dilin ne kadar büyük bir güç olduğunu biliyordum. Bir kişi bir romanı yaratırken, önce dili yaratmak zorundadır. Kendine has dili olmayan bir roman güçlü bir roman olamaz. Bu dil halkın dili de olamaz, destan, masal, şiir dili de olamaz. Sözlü anlatımın geleneği, olanakları başka, yazılı anlatımınki bambaşkadır. Yazarken bu¬nun farkına vardım. Uzun romanları yazarken de başka bir şeyin farkına vardım, dilin yapısı da romanın biçimini, içeriğini etkiliyordu.

Dostoyevski, Budalasında, “insanoğlunu sonsuz bir uçurum üstüne ayağını koyacak kadar orada yaşamaya mahkum edin; yağmur altında, karda kışta, o acı içinde, açlıkta yoklukta yaşar da ölmeye razı olmaz, yaşamını sürdürmekte direnir,” diyor. Belki bu bir simge. Ama biliyoruz ki, insanoğlu açlıklar, yokluklar, sömürüler, sefaletler, aşağılanmalar arasında yaşamaya devam ediyor. Şimdi, nedir bu dünyaya bağlılığımız? Nedir bu? Varmak istediğim gerçek, insanın içindeki bu sevinç nedir?

Haberin Devamı

İnsanoğlu mit, umut, düş, sevgi yaratan bir yaratıktır. İnsanoğlu ölüme, yoksulluğa karşı, açlığa, doyumsuzluğa karşı, mitleriyle, düşleriyle, umutlarıyla, sevgileriyle yeni bir dünya kurup o dünyaya sığınır. İnsanlar sıkıştıklarında, ölümün acılarını yüreklerinde duyduklarında bir mit dünyası yaratıp ona sığınırlar. Mitleri yaratmak, düş dünyaları kurmak, dünyadaki büyük acılara karşı koymak, sevgiye, dostluğa, güzelliğe, belki de ölümsüzlüğe ulaşmaktır. Benim romanlarım bu temellere dayalıdır.

Ben de kendimi yazar sayıyorsam, insan gerçeğine bilinçli olarak miti, düşü getirdiğimdendir. İnsan nereden gelip nereye gittiğini buluncaya, doyumsuzluğunu alt edinceye kadar mite ve düşe sığınma sürecektir. Ondan sonra gene sürecektir. Çünkü insan yaşama sevincine, dünyanın güzelliğine doyamıyor.

Haberin Devamı

Ancak korkarım ki bu gidişle eski mitlere sığınacağız. Çağımızın getirdiği en büyük kötülük olan ve tehlikesini yeterince anlamadığımız doğa kırımı karşısında atalarımız gibi korku mitleri yaratacağız.

Sözün gücüne her zaman inandım. Roman, sözlü sanatın en önemli koludur, çünkü her okuyucu bir romanı okurken okuduğu romanı başından sonuna kadar yeniden yaratır. Diyelim ki bir zeytin ağacı geçiyor romanda, okuyucunun bahçesindeki zeytin ağacı gelir romanın içine oturur. Bir ovayı okursa bildiği, yaşadığı ovayı getirir gözlerinin önüne. Hiç ova görmemişse bir ova yaratır oraya koyar. Romanların gücü bu yaratmaya bağlıdır.

Bizim çağımızda romancıların başları beladadır. Çünkü insanları en çok yalana, zulme, bütün kötülüklere karşı roman uyarır. Bugün tüketim toplumu diye bir doyumsuzlar toplumu yaratılıyor. Tüketimciler topluma bütün değerlerini aşındıran bir yapay kültür benimsetmeye çalışıyorlar, insanları birer obur canavar haline getirmek istiyorlar. Roman bu toplumu isteyenler için bir tehdittir. Onun için de romanı, bestseller denilen bir yapaylıkla boğmaya çalışıyorlar. Roman böyle bir toplum isteyenler için bir tehlikedir, çünkü roman insanlara insan olduklarını söyler. Onca acıyı, zulmü, savaşı, doğa kırımını romanda yeniden yaratarak yaşayan insan, insan gibi yaşamayı özler, değerlerine sahip çıkar.

Türk edebiyatında büyük yıldızlar vardır. Hikayeci Sait Faik de bunlardan biridir. O bizim kuşağın ustasıdır. Onu yakından tanıyordum. Bir gün bana “gel seninle edebiyata getirmek istediklerimizi anlatalım” dedi.

Ben de “iyi olur anlatalım” dedim.

Sait Faik örneği

“Başlayalım öyleyse”.

“Başlayalım” dedim.

Ve başladık:

“Bir; benim kitaplarımı okuyan katil olamasın, savaş düşmanı olsun. İki; insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin. Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir. Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar.”

Bütün kötülükleri saydık, kötülükler uzadı gitti. Kötülükler zulümler bitmiyordu. Sonunda “bizim kitaplarımız ,“demeye başladık, “eninde sonunda biz iki yazarız. Bu kadar savaşı, zulmü bizim kitaplarımız ortadan kaldıramaz ki”.

“Kaldıramaz,” dedim.

Sait:

“Dur,” dedi, “buldum” dedi. “Bizim kitaplarımız yalnız kalmayacak” dedi. “Nazım Hikmet de var. Kitaplarımızı okuyanlar onu da okuyacak.”

Ben “Melih Cevdet de var,” dedim, “Orhan Kemal de”.

Sonra çok insan çok çok yazar da saydık. Çok kitap saydık.

Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum. Şunu söylemek istiyorum ki ben “angaje”, bağımlı bir yazarım. Kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım.

Bilinçli olarak ben aydınlığın türküsünü, iyiliğin, güzelliğin türküsünü söylemek istedim. Romanlarım yaşam gibi doğru söylesin, yaşamla birlik olsun istedim. Çünkü yaşam umutsuzluktan umut üretmektir. İnsan umutsuzluktan umut üreterek bugüne kadar gelmiştir.

Yaşar Kemal-Boğaziçi Üniversitesi 29 Haziran 2009”

Mezarına köyünden toprak gidiyor

Yaşar Kemal için doğduğu Osmaniye’nin Gökçedam (Hemite) Köyü’nde sela verilirken, defnedileceği Zincirlikuyu Mezarlığı’ndaki kabrine konulmak üzere baba evinden toprak alındı. Yaşar Kemal’in 1923 yılında dünyaya geldiği Gökçedam Köyü’nde yaşayanlar, hemşerilerini kaybetmenin acısını yaşıyor. İnce Memed Anıtı, Yaşar Kemal Kültür Evi ve Yaşar Kemal Parkı’nın da bulunduğu Gökçedam Köyü, yazarın yasını tutuyor. Yaşar Kemal için Göçedam Köyü Cami’nde sela verildi. Bugün de Teşvikiye Cami’nde cenaze namazı kılınırken, hemşerileri de aynı anda onun için saf tutup gıyabi cenaze namazı kılacak.

Selanın ardından bir duyuru yapan cami imamı, köylüleri gıyabi cenaze namazına davet ederek, “Köyümüzde yetişen ünlü yazar Yaşar Kemal vefat etmiştir. Cenazesi, yarın (bugün) İstanbul’da Teşvikiye Cami’nden öğle namazına müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnolunacaktır. Yarın köyümüzde öğle namazına müteakip gıyabında cenaze namazı kılınacaktır. Köy halkımıza duyurulur” dedi.

Çocukluk arkadaşı: Duyunca çok ağladım

Ünlü yazarın köydeki çocukluk arkadaşlarından 92 yaşındaki Ahmet Koşar ise, Yaşar Kemal’in çok iyi bir insan olduğunu belirterek, duygularını şöyle anlattı: “Yaşar Kemal beni ’Sarı Ahmet’ diye bilirdi. İyi bir çocuk, temiz biriydi. Ağzından kötü bir kelime çıkmazdı. Okula giderken yolları çamurluyken bacaklarını çemrer (katlar) öyle giderdi. Vefatını öğrenince çok ağladım. Kendisi buraya geldiği zaman hemen bizi çağırır ve kucaklaşırdık. Cenazesinin buraya getirilmesini istedik ama getirmediler. Allah rahmet eylesin” dedi.