Gazete Vatan Logo

25 Mart'taki Güneydoğu testini Türkiye kazandı

SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın: Diyarbakır'daki olaylar, başlatanların istediği gibi seyretmedi. Bir tez irdelendi; halkın ne yapacağı, devletin nasıl tepki göstereceği, basının nasıl yaklaşacağı... Tezleri ters tepti

* HEP-DEP meselesinden bütün sosyal demokratların dili yandı. Siz buna rağmen 28 Mart 2004'teki yerel seçimlere DEHAP'la birlikte katıldınız. Hele de şimdi DTP'ye "PKK'yı terörist ilan etmezsen seninle görüşmem" denilen bir iklimde bu deneyiminiz daha da önem kazandığı için soruyorum: Nasıl cesaret ettiniz?
Aslında tek başımıza DEHAP'la bir ittifak yapmadık, altı sol partiden oluşan bir ittifakın içinde bulunduk. Ayrıca 28 Mart seçimlerinden önce CHP de iki kez DEHAP'la görüştü. Ama belediye sayısı üzerinde anlaşamadılar. Eğer anlaşsalardı o zaman zaten CHP-DEHAP ittifakı olacaktı. O olmayınca da bu altı parti ittifakı kamuoyuna sadece SHP-DEHAP ittifakı gibi sunuldu. Hafızada böyle kaldı. Böyle kalması için fotomontaj resimler bile dağıtıldı. Samsun-Atakum'daki camilerin avlularına, ayakkabıların içine başkan adayımızın Öcalan'la montajlanan fotoğrafları yerleştirildi. Faili meçhul, ama tabii kimlerin yaptırdığını tahmin ediyorum. Aynı kişiler "İmralı'nın listelerine oy vermeyin" türünden el ilanları dağıttı. Bu kadarını beklemiyordum.

* Sonuçta bir SHP-DEHAP görüntüsü çıktı ve halk bundan hoşlanmadı?
Evet, halk hoşlanmadı. Oysa o dönemde DEHAP kendisini bir Türkiye partisi olarak takdim etmek istiyordu. DEHAP gibi bir partinin cumhuriyetçi kimliği güçlü olan SHP gibi bir partiyle işbirliğinin Türkiye siyasetini çok rahatlatacağına inandım. Nitekim ilginç sonuçlarını da aldım. 100 binlerin katıldığı, birkaç fırsatçının Apo posterleri açtığı o ünlü Diyarbakır mitingi sırasında çıkıp "Devletimiz tektir, ulusumuz tümdür, yurdumuz bölünmez bütündür. Cumhuriyetimizin kutsal üçlemesi budur" dedim ve müthiş bir alkış aldım. Bu önemliydi. AKP ve DEHAP'ın dışında hiçbir partinin gerçek miting yapamadığı Fırat'ın doğusunda böyle deneyim umut vericiydi.

* Acaba şiddet düğmesine basılmadan önceki DEHAP'la şimdiki DTP arasında ciddi bir fark mı var? Meselâ o günkü DEHAP'ta da İmralı-Kandil arasında sıkışan ve bir de buna dur demek isteyen iki ayrı kanat görmüş müydünüz?
Görüştüklerim zaten partinin "Türkiye partisi olmak istiyoruz" diyen kanadıydı. O dönemdeki parti yöneticilerinin geneli de böyleydi. Ama Haziran 2004'teki saldırılardan itibaren yeni bir dönem başladı. Şimdi o yeni dönemin içindeyiz.

* Ateşkesin bitmesinden başka şu yaşadığımız süreçte en yeni olan şey sizce ne?
Bence şu: İlk kez "Kürt sorunu"nun tanımını yapmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar genel bir söylem olarak hep Kürt sorunu derdik. Şimdi artık bunun içini doldurmak zorunda kaldık: İlk kez "Ya gerçekten Kürt sorunu nedir?" diyoruz.

* Meselâ Başbakan "Kürt sorunu vardır" derken sizce içeriği neydi, anlayabildiniz mi?
Hayır, zaten Başbakan'ın da bu içeriği bilerek kullandığını sanmıyorum. Genel bir söylem olarak söyledi o da... Tabii bazdan da "Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır" diyor. Bu çok tehlikeli bir iddia.

* Peki size göre "Kürt sorunu" ifadesinin içinde neler var?
Önümüzdeki günlerde "Mutabakat denklemi" diye bir çalışmamız yayınlanacak. Orada da anlattık: "Türkiye Kürt gerçekliğini görmeli, Kürt gerçekliği de Cumhuriyet'in kutsal üçlemesini içine sindirmeli." Aslında bu denklem zaten Lozan'la birlikte kuruldu ve tuttu da... Son Tempo dergisindeki ankete göre yurttaşlarımızın yüzde 70'i "Türk" kavramını "Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı"na denk görüyor. Bu çok sağlam bir temel.

* Temel sağlanışa şu anda olanlar ne?
Ne yazık ki bu cumhuriyetçi temel 12 Eylül'de iki yerinden yara aldı: Birincisi, yabancı dil yasağı adı altında Kürtçe'nin yasaklanması, ikincisi, zorunlu din dersinin getirilmesi. PKK da, Hizbullah da bu mutabakatın bozulması sonucu yeşerebildi. Ama 26 yıldır Türkiye ne bölündü, ne de rejimi değişti. Çünkü temel gerçekten sağlam. Bunda da en büyük rolü üniter devlete inanan Kürt yurttaşlarımızla, laik anlayıştaki dindarlarımız oynadı. Onlara çok şey borçluyuz.

* Peki demin "Kürt sorunu"nun içine Kürt gerçekliğini de koydunuz. Ne demek Kürt gerçekliği?
Kürtçe gazete, Kürtçe radyo, Kürtçe kurs, Kürtçe isim vs. Bunların da AB'nin zoruyla değil, kendi doğallığı içinde hayata karışması.

* Ya Kürtçe eğitim?
Evet, Kürtçe öğrenilebilir ama eğitimde tek dil Türkçe'dir. Çünkü o, kamusal alana başka unsurun sokulması olur. Türkçe dışında bir eğitim alırsak, bu bizi biz yapan unsurların ortadan kalkması demektir. Sonumuzun Yugoslavya olması demektir.

* O zaman "Valla billa biz otonomi de federal sistem de istemiyoruz" diyenlerin konu eğitime gelince diretmelerini nasıl adlandırmalı?
Onlar hakkında bir genelleme yapamam ama şu kesin: Dünyanın bu coğrafyası için en uygun devlet yapısı üniter yapıdır. Bundan başkası mümkün değil. Niye olamaz, kıyamet mi kopar? Bana göre, evet kıyamet kopar. Bırakın siyasi nedenleri, bu coğrafyanın özelliğine, kaderine, hamuruna aykırı. Başbakan'ın Ağustos 2005'teki ziyaretinden sonra Diyarbakır Merkez'de Dicle Üniversitesi'nin yaptığı araştırmanın önemli sonuçlarını söyleyeyim: Kürtçe serbest bırakılmalı diyenler yüzde 32. Af çıkmalı diyenler yüzde 10. Öcalan'a özgürlük verilmeli yüzde 5.5. DEHAP'la masaya oturulmalı: Yüzde 1.9. Üstelik bu ankete katılanların yüzde 46.6'sı da DEHAP'a oy vermiş.

* Yani?
Yani Diyarbakır kent merkezinde yaşayan yurttaşlarımız Kürt sorununu aynı bizim gördüğümüz gibi görüyor. Aslında böyle gördüklerini de 25 Mart'taki olaylar sırasında sergilediler. 25 Mart'ta Diyarbakır'daki olaylar, o olayları başlatanların istediği gibi seyretmedi. Büyük katılım sağlanamadı.

* Sizce o bir sivil itaatsizlik girişimi değil miydi?
Evet, girişimdi ama tutmadı. Olayları başlatanların isteği halkı sokağa dökmekti ama dökemediler. Çocukların öne sürülmesine bakmayın, çünkü Diyarbakır'da 12 bin sokak çocuğu var. O zavallı çocuklarımız zaten sokakta. Bu nedenle böyle bir manzaraya sivil itaatsizlik diyemeyiz.

CHP'nin "HEP ve DEP'i biz getirmedik" deme şansı yok
* Meclis'in geçen haftaki "terör" başlıklı oturumunda CHP'ye "DEP'i parlamentoya siz sokmuştunuz" anımsatması yapılınca hemen savunmaya geçtiler. Sizce bu doğru bir refleks mi?
Doğrusu hayretle izledim. Köksal Toptan o hatırlatmayı yapınca CHP'liler adeta ayaklandılar, kitlesel bir tepki gösterdiler. Ama hepimiz biliyoruz ki 1991 seçimlerinde SHP'yle HEP'in ikili bir ittifakı vardı. CHP'de bugün tepki gösteren milletvekilleri de o ittifak döneminde milletvekili seçilmişlerdi. CHP şimdi diyor ki "Hayır o SHP'ydi, biz CHP'yiz." Ama 1995'de SHP-CHP birleşirken imzalanan protokol tarafların, birleşme nerede olursa olsun ondan önce yapmış oldukları tüm uygulamaları benimseme hükmünü de getiriyor. Yani CHP'nin bugün HEP ve devamındaki DEP'i biz getirmedik deme gibi bir şansı yok.

* Sizce DEP'i Meclis'e sokmak bugün itibariyle utanılacak bir geçmiş mi; izahı mı zor; yoksa CHP'nin milliyetçilik anlayışı mı değişti?
Bence işlerine geldiği zaman işlerine geldiği gibi davranıyorlar. Aynı olayı Gümrük Birliği meselesinde de yaşadık. Anlaşılan siyasi beklentileri nedeniyle o zaman öyle, şimdi de böyle davranmaları gerekiyor.

Artık 'terörist' demeliler
* Peki sizce niye bir 25 Mart ve sonrasını yaşadık? Birtakım güçleri dinamik tutmak için mi, AB sürecinin önü kesilsin diye mi, Amerika'nın ya da Kuzey Irak'ın mı parmağı var, Öcalan'ın İmralı'da canı mı sıkıldı, İran'a müdahale senaryosunun bir parçası mı, sizce niye?
Bir defa komplo teorilerinin hiçbirine "Yok canım, ne münasebet" diye yaklaşan biri değilim, her olasılığın düşünülmesi gerektiği kanısındayım. Bütün bu seslendirilen düşünceler arasında bana daha makul geleni, bir defa Türkiye'nin dikkatini buralarda toplarken Kandil'den Türkiye'ye malzeme ve insanlar taşındığını düşünüyorum. İkincisi ise birkaç ay içinde İran bağlantılı olarak bölgenin daha da kızışacağı... Zaten o nedenle birkaç ay sonraya dönük birtakım hazırlıklar yapıldığı iddiası var. ABD'nin de daha basına yansımamış Kürtlere dönük önlemler aldığı iddiaları seslendirilmeye başladı. Doğrudan Kandil'e müdahale edilecek olmasa da ileri önlemler alındığına ilişkin duyumlar var. Bir Arap gazetesinde "PKK'ya silah bırakması söylendi" diye yazılması da ilginç. Belki de genel bir hazırlık var. Ama 25 Mart'ın bir fiyasko olduğu kesin. 25 Mart planını kim yaptıysa yaptı, ama Kürt kökenli yurttaşlarımızdan destek bulmadı.

* Ama neyin planıydı bu; buna bir ad verecek olsak siz ne dersiniz?
Bir tasarı denendi, bir tez irdelendi. Halkın ne yapacağı, devletin nasıl tepki göstereceği, basının nasıl yaklaşacağı, siyasetçilerin ne değerlendirmelerde bulunacağı, hatta Avrupa Parlamentosu'nun ne yanıt vereceği... Bu bir tezdi ve tez test edildi. Ama sonuç negatif çıktı. Yaşanan tüm o acı olaylara rağmen asıl istenen başarılamadı.

* Ve geriye, Başbakan DTP'yle görüşmeli mi görüşmemeli mi, tartışması kaldı. Sizce DTP "PKK teröristtir" demese de Başbakan görüşebilmeli?
Bu Başbakan'ın koşuluydu, ama artık iş bu noktaya geldikten sonra görüşemez. Sadece bu lafı ederek kendisini bağladığı için değil, tüm Türkiye'den ve Avrupa'dan gelen tepki yüzünden de... Yani iş öyle kilitlendi ki, PKK'nın kınanmasının, terörist örgüt olarak adlandırılmasının dışında bir başka yaklaşım muhatap alınmayacak, saygı duyulmayacaktır. Diyarbakır Belediye Başkanı Baydemir bunu söylemenin zor olduğunu söylüyor, ama böyle! Artık söylemeleri gerekiyor.

* Diyelim ki göbek bağını kestiler; sizce ne olur?
Bence büyür, bence güçlenir, bence saygınlık görürler. Ve bence bunu onlar da biliyor. Ahmet Türk'ü tanıyorum. Burada dile getirdiğimiz neredeyse bütün düşüncelere katılacağını da biliyorum. DTP'de Türk gibi başka birçok isim var.

Alt-üst kimliği tartışmak sulama projesi yapmaktan kolay
Ankara terörle mücadelenin iktisadi tarafını hâlâ savsaklıyor. Bakın, 49 il teşvik kapsamına alınmış durumda. Peki Düzce'yle Diyarbakır aynı teşvik kapsamında olabilir mi? Olamaz! GAP'ın şu ana kadar hizmete sokulan projeleri hep enerji projeleri. Oysa sulama projeleri devreye girse Güneydoğu'da 4 milyon kişiye istihdam sağlanacak. Toprak Reformu'nu ise tamamen unuttuk. Şimdi böyle bir ortamda kimlik meselesinin öne sürülmesini çok tatsız, hatta bilinçli buluyorum. Çünkü CHP de AKP de ancak bu tartışmalarla, yani 'kimlik siyaseti' yaparak ayakta durabiliyor. Öbürü zor iş; sulama projesi, toprak reformu... Tıpkı din tartışmasında olduğu gibi. Aslında ben AKP'yle CHP'nin stratejik ortaklık kurduklarına inanıyorum. Ortada bir kavga var gibi duruyor, ama oligopolcu parlamento yapısı oluşturdular ve aynı yerden besleniyorlar. Tıpkı yeni partiye Hazine yardımı yapılmasını engellerken, RTÜK koltuklarını paylaşırken, yüzde 10 barajı savunurken, bağımsız adayların önü kesilmeye çalışılırken olduğu gibi...

AKP seçim için 40-50 milyar dolar biriktiriyor
Bence seçim 2007'de, zamanında olacak. Çünkü bana göre AKP para biriktiriyor. Özelleştirmeden, 2B'den, tarım arazilerindeki fabrikaların affı için çıkarılan yasa üzerinden biriktiriyor bu parayı... Bunlar 40-50 milyar dolarlık bir kaynak yapıyor. Bu paranın ayrıca kullanılması ya da bütçeleştirilmesi çok önemli değil. Önemli olan böyle bir kaynağın 2007 seçimi, hatta cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde kullanılacak olması. Ben, konut edindirme yardımının şimdi söylenip, fonda biriken paraların 2007'nin ilk yarısında ödeneceğinin açıklanmasını da bununla ilişkili görüyorum. 2007'de üreticiye, memura, vatandaşa birden bire para saçmaya başlayacaklar.

Soldaki kapris sonunda Karayalçın'ı da pes ettirdi
Solu kurtaracak bir beyaz atlı prens ya da prensesin gelmeyeceği çok açık. Bir Atatürk de çıkmayacak. Bana göre solun kurtarıcısı "ittifak yöntemi" dir. Bizi bir lider değil, bir ittifak kurtaracak. Ben 1993'ten beri bunun için uğraştım. Ömrüm boyunca da sol için coşkuyla çalışmaya devam edeceğim, ama artık ben bir ittifak girişiminde bulunmayacağım. Çünkü olmadı. Bence bunu biri yaparsa ancak DİSK'in önderliğindeki 10 Aralık Platformu yapabilir: SHP, DSP ve CHP ortak bir program hazırlamalı ve ortak bir başbakan önermeli. Sağın bölündüğü bir ortamda eğer bunu yaparsak kesinlikle iktidar oluruz. Üstelik de yüzde 40'ları aşarak. Fakat bunu yapmazsak muhalefet bile olamayız. Durum bu kadar kritik.

3N+1K
KİM: SHP Genel Başkanı Murat Karayalçın!

NEDEN: Acaba Başbakan'ın DTP'ye "silahı bırakıp masaya gelin" derken gerçekte "PKK'nın siyasi kanadıyla müzakerelere başlamayı" mı kastetti? Herkes mi art niyetli, yoksa Başbakan gizli gündemini mi ağzından kaçırdı? Ama şayet değilse, o zaman bilmem kaç belediyesiyle zaten "masa" da olan bir partiye böyle seslenmeye gerek var mıydı? Bizim bildiğimiz silahı olan PKK değil miydi? E peki silahı olan PKK olduğuna göre bu cümlenin "Sun Fein" i kimdi? Sinn Fein buradaysa Clinton rolündeki akıl hocası neredeydi? İşte kaç gündür bunların hiçbiri anlaşılamadı. Biz de gittik bilenlerden birine... En son seçimlerde namının DEHAP olduğu partiyle ittifaka cesaret eden merkezdeki tek siyasetçiye... Yani Karayalçın'a... Karayalçın, 25 Mart'tan bu yana dile getirilen en "olumlu" yorumu yaptı. İnsanın bir daha ki olası ağır provokasyonlara direncini artıracak kadar iyi bir yorum. Okumalısınız!

NE ZAMAN: 7 Nisan Cuma günü.

NEREDE: Karayalçın'ın Çankaya'daki evinde.

Haberin Devamı