Gazete Vatan Logo

'Külliyen yalan'

Kanal 7 Ankara Temsilcisi Mehmet Acet'in sunduğu İskele Sancak, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ı konuk etti Arınç gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu.

Arınç, demokratikleşme paketine son halinin verileceği toplantının, bugün gerçekleştirilen AK Parti MKYK toplantısının uzun sürmesi ve ardından da bir nikah törenine katılmaları nedeniyle gelecek hafta salı gününe ertelendiğini bildirdi.

Bülent Arınç, paketle ilgili "Eylül sonuna kadar bu işin açıklanacağını söyleyebilirim" ifadesini kullandı.

ÇÖZÜM SÜRECİ

Paketin çok konuşulduğunu, yazılıp çizildiğini dile getiren Arınç, paketi, prensip olarak kendi içlerinde müzakere ettikten ve Başbakan Erdoğan siyasi bir çerçeve çizdikten sonra kamuoyuna açıklama kararı aldıklarını fakat dün İstanbul'daki bir toplantıda konuyla ilgili olması nedeniyle bir hususu açıkladığını hatırlattı.

Arınç, Hukuk ve Medya Bağlamında Uluslararası İslamofobi Konferansı'nda yaptığı konuşmada, özelikle son yüz yıl içinde giderek artacak biçimde islamafobi, ırkçılık, yabancı düşmanlığı veya nefrete yönelik suçların artmış olması karşısında "hukuk bağlamında ne yapılmalı, medya bağlamında ne yapılmalı" konularını zikrettiğini belirterek, şöyle konuştu:

"Söz konusu hazırlık içinde olan konuyu da izleyicilere takdim ettim. İyi ki de yapmışım çünkü bütün katılımcılar bu konuda Türkiye'nin, daha doğrusu hükümetimizin atacağı adımları takdir ettiklerini ifade ettiler. O da şudur: Nefret suçları veya bir insanın kimliği, dili, dini, rengi, ırkı, felsefi düşüncesi, yaşam biçimi dolayısıyla eğer sadece bu amaçla suç işlendiği taktirde bunun cezasının artırılması konusu bu paketimiz içinde var. Kasten öldürme fiilinden başlayarak, kasten yaralamaya, gasp suçuna kadar ayrımcılık suçlarının tamamında bir kişinin taşıdığı bu sıfatlar veya bu düşünceler, bu düşünce yapısı sebebiyle nefrete dönüşmüş biçimde suç işlenirse asgari yarım miktarda o ceza mutlaka artırılacak. Bu başka ülkelerde özellikle 'nefret suçu' diye tanımlanan bir parantezin içinde. Biz onun yerine bu düşünceyi Türk Ceza Kanunu'ndaki suç sayılan fiillerin içine yerleştirmiş olduk. Tabi bu da paketimizin içindeki bir konu."

Bunun uzun zamandır tartışıldığını, anayasanın 10. maddesinin esasen buna amir olduğunu kaydeden Arınç, taraf olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve son AB İlerleme Raporu'nda da Türkiye'nin hukuk mevzuatına bunun girmesinin düşünüldüğünü ve bu gereği de aynı zamanda yerine getirdiklerini vurguladı.

Arınç, yalnız bununla kalmadıklarını, Akil İnsanlar Heyeti vasıtasıyla da hem çözüm süreci hem de demokratikleşme konusuyla ilgili Türkiye'deki düşünceleri aldıklarını ve Başbakan Erdoğan'a rapor halinde sunduklarını dile getirerek, onların raporlarında da böyle bir suç ve ceza türünün kanuna girmesinde zaruret gördüklerini dolayısıyla onu da yerine getirmiş olduklarını belirtti.

Bazen zamanın rast geldiğini bazen de rast gelmediğini ifade eden Arınç, şunları söyledi:

"Demokratikleşme paketi dediğimiz konu, bizim iktidara geldiğimiz günden beri, bazen AB noktasında yaptığımız anayasa değişiklikleri veya kanun değişiklikleriyle gündeme geliyor. Bazen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir karar veriyor. O karara göre mevzuatımızda düzenlemeler yapıyoruz. Bazen milli birlik ve kadeşlik projemiz içinde yapılması gereken yasal tedbirler oluyor kanun çıkartıyoruz veya idari tedbirler oluyor, yürütmenin bütün organlarına diyoruz ki 'böyle yapacaksınız'. Bazen genelge çıkarıyoruz, bazen yönetmelik çıkarıyoruz. Mesela bana bağlı kurumlarda TRT, RTÜK, Vakıflar zaman zaman kanunla zaman zaman da yönetmeliklerle çok önemli, bu kapsamda sayabileceğimiz yenilikler yaptı."

YENİ BİR ÇALIŞMA YAPIYORUZ

Çözüm sürecinin geçen aralık ayı sonundan itibaren başladığını hatırlatan Arınç, şöyle devam etti:

"O süreç içinde de yaptıklarımız var ve yapacaklarımız var ama bu getirdiğimiz yasal düzenlemeleri çözüm sürecinin gelişmesinin bir ürünü olarak veya o açıdan yapılması gereken düzenleme olarak göremeyiz, görmemeliyiz. Gördüğümüz takdirde örgütün propogandasının geçerlilik kazanacağını göreceğiz. Mesela şimdi örgüt ne diyor, 'artık çekilme durdu' diyor. Hatta bir başkası diyor ki, 'gerekirse eski günlere döneriz' diyor. Şimdi biz de yeni bir çalışma üzerindeyiz. Birileri diyebilir ki, o birileri CHP olabilir, MHP olabilir veya bir başkası olabilir. 'Gördünüz mü örgüt resti çekince hükümetin paçaları tutuştu bilmem ne yapmaya kalktı'. Külliyen yalan. Bu çalışma geçmişten bu yana devam ediyor ama bir şeyin olgunlaşması lazım, zamanının gelmesi lazım ve bizim siyaseten bu işin olmasına karar vermemiz lazım. Örgütten biri öyle söylemiş, birisi başka bir şey söylemiş hiç umurumuzda değil."

Arınç, terörle mücadelenin 35 yıldır yürütüldüğüne dikkati çekerek, "Bu süreç içinde çıkarılan, yapılan birtakım değişiklikler, yenilikleri örgüt istediği için veya silah zoruyla yapıyor değiliz. Bunlar, halkımızın temel haklarının zamanı geldiğinde, yeri geldiğinde, imkan ve fırsat olduğunda, siyasi irade güçlü olduğunda yapıldığını gösteriyor. Geçmişte böyle bir irade yoktu, bunlar yapılamadı" ifadesini kullandı.

Paketin, terör örgütü PKK'nın çekilmeyi durdurmasını açıklamasıyla ilgili bir hazırlık olup olmadığı yönündeki soruya karşılık Arınç, "Belki başka fırsat olmaz. Ben veya başka arkadaşım böyle bir programda, böyle bir soru gelip de bunu cevaplandıramayabilir ama bugün yaptığımız çalışmaların geçmişi var. Biz bunları bugün de değil, belki ay sonuna kadar açıklayacağız ve ekimden sonra, belki de kasımda bunları yasalaştırma imkanı bulacağız" yorumunda bulundu.

"Açıklamadan sonra bir hızlandırma da söz konusu değil mi" sorusuna ise Arınç, zamanının geldiğini, kendisine sorulduğunda hazırlıkların bittiğini ve Başbakan Erdoğan'la tekrar bu konunun görüşüleceğini söylediğini belirtti.

"Bunun temelinde, 1 yıl önce yayınladığımız siyasi vizyonumuz var" diyen Arınç, şimdi hedefe koydukları madde madde program haline getirdikleri konuların bir kısmını gerçekleştirme imkanları olacağını söyledi.

HEDEFİMİZ TERÖRÜ BİTİRMEK

Çözüm sürecinin tıkandığı yönündeki iddialarla ilgili soruya Arınç, şöyle yanıt verdi:

"Bu sözleri bugün birileri söylüyorsa geçmişte de başkaları söylüyordu. Gerçi aralarında bir görev değişiklikleri olduğunu biz de biliyoruz. Onu aldılar bu tarafa, bunu aldılar o tarafa getirdiler. Onların örgütlerinde bu işin şeması nasıldır, hangi irade bu değişikliklere karar veriyor doğrusu o bizim uğraş alanımız içinde değil. Bizim bir tek hedefimiz var: Türkiye'de terörü sonlandırmak. Bugüne kadar yapılan mücadelenin kesin sonuç verebilmesi için bu yolun denenmesi gerekiyordu. Çok zor bir işti, neticesi çok önceden belli olmayan bir işti. Bir riske ihtiyaç var. O riski de derme çatma, kıtipiyoz koalisyonlarla değil, güçlü bir siyasi iradeyle yapabilirsiniz. 2011 seçimlerinden yüzde 50 ile çıkmış bir AK Parti iktidarı, maddi anlamda, gelişmişlik anlamında, kalkınma anlamında Türkiye'ye gerçekten çağ atlattıktan sonra bu kronik sorunu çözemezse o yüzde 50'nin hakkını verememiş demektir.

Nasıl çözeceğimizi, bir tarafta klasik terörle mücadele yöntemleriyle bir tarafta da başka ülkelerde denenmiş, başarılı olmuş yöntemlerin Türkiye'ye uyarlamasıyla yeni bir mecraya döküldü. Geçmişte de denenmiş fakat başarısızlıkla karşılaşmış olan, Türkiye içinde de bazı deneyler var. Çok kısa sürmüş, terör tekrar şiddetlenmiş, teröre karşı güvenlik tedbirleri daha çok artırılmış, silaha karşı silah, zora karşı zor, şiddete karşı şiddet noktasına gelmiş. Elbette bunu hak etmişler ama sonunda netice çok fazlasıyla tatmin edici olmamış."

BİZ TARİH VERMEDİK

Arınç, şöyle devam etti:

"Şimdi burada aralık sonundan itibaren örgütün lideriyle istihbarat teşkilatının görüşmesi ve arkasından bir yol çizerek kendi örgütüne vereceği talimatlarla silahlı eylemlerin son bulmasının mümkün olabileceği görüldü. Şimdi o, görüşmelerle, mektuplarla devam ediyor. Biz en son neyi gördük. 21 Mart'ı. Nevruzda, onlar için çok anlamlı bir günde çıkacaksınız ve ondan sonra 'konuşacak olan fikirdir siyasettir, silahlı mücadele bitmiştir'. Kim söylüyor? Örgütün beyni ve lideri. Kime karşı söylüyor? Kendi örgütüne karşı. Onlar da 'peki' dediler. Önce nisan mayıs dendi, sonra haziran, bi eylül telaffuz edildi. Biz hükümet olarak bugüne kadar hiçbir zaman tarih vermedik. Kendileri çalıp kendileri oynuyorlar. Kendileri tarih veriyorlar. Bu tarihler kesinlikle konuşulmuş değil. En kısa zamanda Türkiye topraklarını terk edeceksiniz."

İmralı'da terör örgütünün lideri konumunda olan ve halen ağırlaştırılmış müebbet hapisle hükümlü bulunan kişinin kendi eliyle yazdığı mektubu meydanda okutarak, kendi örgütüne "Bu iş bitmiştir. Artık silahlı unsurlar Türkiye dışına çıkacak" dediğini belirten Arınç, "Buna uyacaklarını ifade ettiler ama uymadılar. Beklenen ölçüde, beklenen hızda ve talimatın gerektirdiği biçimde bu çıkışların olmadığını biliyoruz. İstemiyorlar olabilir, uzatmak istiyor olabilirler. Çünkü onların tek istediği bu çıkışlar sırasında bir operasyon yapılmasın ve zarar görmesinler" dedi.

Başbakan Yardımcısı Arınç, Türkiye'den çıkanlara karşı bir operasyon yapılmadığını ve hükümet olarak verdikleri sözü tuttuklarını ifade ederek, "Örgüt tamamen dışarı çıktıktan sonra da artık silahların susup, siyasetin veya fikirlerin konuşulacağı bir dönem gelecek. Bu dönem henüz gelmedi" diye konuştu.

Çözüm sürecinin tıkanmadığını, yavaşlama sürecine girildiğini anlatan Arınç, bugüne kadar İmralı'ya giden ve gelen karşılıkların sürecin olumlu devam ettiğini gösterdiğini vurguladı.

NE OLACAĞINI ONLAR DÜŞÜNSÜNLER

Arınç, şunları kaydetti:

"Ancak Kandil ve silahlı unsurlar, ya Öcalan'ı hiçe sayarak, 'Sen, böyle söylersin ama biz, bildiğimizi yaparız. Biz, şiddetten uzaklaşamayız, elimizdeki silahı bırakamayız. İçeriden doğrusu çıkmaya çok niyetli değiliz. Çıkarmış gibi yaparız ama çıkmayız' demek istiyorlarsa... Kalplerini yarıp, bakmadım ama biraz ağızlarının çalımından öyle olduğu anlaşılıyor. Biz, buna karşılık, bulunduğumuz yerdeyiz. Bunun arkasından ne olabileceğini onların düşünmesi gerekiyor."

HÜKÜMET OLARAK GEREĞİNİ YAPACAĞIZ

Arınç, "Geri çekilmenin durdurulması kararı, acaba Öcalan'ın bilgisi dahilinde mi oldu" sorusunu yanıtlarken, MİT'in görüşmelerinin devam edeceğini belirterek, şunları söyledi:

"BDP'li milletvekilleri de gittiğinde onlar eliyle Kandil, Avrupa ve Türkiye içine mesajlar gönderilecektir. O mesajlarda diyelim ki Öcalan, 'Kandil'den gelen sözler doğrudur, bundan sonra kesinlikle çıkmak yok, eski günlere döndük' diyecek olursa biz, hükümet olarak gereğini yapacağız. Ondan sonra onlar nasıl yapacaklar, onu ben bilemem. Yaptığımız zaman görürsünüz, bugüne kadar ne yapıyorsak, onu yaparız. Öcalan, 'Onlar ne derse desin, benim talimatım budur, kesinlikle buna uyacaksınız, halt etmeyin' derse herhalde onlar da gereğini yapacaktır."


Hükümet olarak, çözüm süreci için ne yapılacaksa yaptıklarına dikkati çeken Arınç, TRT'nin bir kanalını Kürtçe yayına ayırdıkları zaman siyasi hareket ve dışarıdaki uzantılarının "Kimse TRT Şeş izlemeyecek" dediğini, Kürtçe seçmeli ders olduğunda "Kimse seçmeli derse gitmesin" diye propaganda yapıldığını anlattı.

Anadilde eğitim konusunu CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "kestirip attığını" belirterek, anadilin "ana sütü gibi helal" olduğunu ifade etti. Mevcut anayasanın anadilde eğitime engel olduğunu, yeni anayasa için oluşturulan komisyonun ise sadece "hava bugün ne güzel" noktasında anlaştığını dile getiren Arınç, şunları kaydetti:

SENİN AMACIN BAĞCIYI DÖVMEK

"Diyelim ki anayasa değişti ve anadilde eğitim mümkün hale geldi. Anadil sadece Kürtçe mi? Başka ana diller de var. Kürtçe'yi esas alalım, bugün bu dilde eğitim yapabilecek düzeyde yetişmiş insanımız var mı? Fiziği, matematiği, coğrafyayı, siyasi ilişkileri, bir dilde okutabilecek, diploma verebilecek noktada mıyız? Bize örnek olarak sadece Kuzey Irak'taki bazı okulları gösteriyorlar. Peki çocuklarınızı oraya gönderin bakalım, orada eğitim alsınlar. 'Hayır, göndermem' diyorlar. Sen, benim seçmeli dersime karşı çıkıyorsun. Senin amacın üzüm yemek değil ki bağcıyı dövmek."

ABDULLAH GÜL AK PARTİ'NİN BAŞINA GEÇERSE...

"Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığını başarıyla şu ana kadar 10 üzerinden 10'la götüren bir arkadaşımız. Partimizin kurucularından, ilk Başbakanımız, böyle bir insanın, eğer tekrar adaylığını koymayacaksa ve Sayın Başbakanımız Cumhurbaşkanı olacaksa, ondan sonra siyasi hayata devam etmek isterse, başımızın üstünde yeri var. Bu 'mutlaka partinin başına geçsin' demekle de olmaz. Hepimiz bu parti için çalışmayı öncelikle kendimize vazife bileceğiz. Zaten öyle bir insanı partimiz en iyi yerde değerlendirir. Yani böyle 'partinin başına geçsin' dersek, bu herhalde şık olmaz. Partinin başına da geçer mutlaka ama partiye geçmesi önemli olan. Abdullah Gül Bey hiçbir zaman Mustafa Sarıgül değil ki, başımızın tacı. Fevkalade pırıl pırıl bir insan. AK Partimizin bu başarılara ulaşması için Cumhurbaşkanı seçilinceye kadar bütün gücüyle çalışmış, halkın sevgilisi haline gelmiş bir insan. Tekrar dönecek olursa partimizle bütünleşirse başımızın üstünde yeri var, ne demek."


Sonbahar sendromu, çıkan eylemler ve beklentilere ilişkin soru üzerine ise Arınç, "Bugün bir haber vardı, herkesin dikkatini çekmiştir 'Taksim'deki yayalaştırma projesi bitti' diyor. Bu güzel bir şey, demek ki, o olaylardan sonra sükunet avdet etti. Esasen ana proje olan konu bitmiş durumda. Şimdi önemli olan birileri için Gezi Parkı'nda ne yapılacağı konusu. Onu da Başbakanımızın vaadi var, yargı sürecini bekliyoruz. 'Yargı süreci bittikten sonra da İstanbulluya soracağız' diyor, daha ne desin bir Başbakan. Şimdi onun gibi 'ODTÜ'de şu var, bilmem nerede şu var' demeye kalkmayacağız. Bunların hepsi o yasa dışı örgütlerin bir şekilde sokak işgallerini yapmak için bahane aradığı yerler. Orada o bahaneyi, bir başka yerde başka bahaneyi bulacaklar. Hepsinden bizim haberimiz var bir, ikincisi de kendileri de zaten ne yapacaklarını ilan ediyorlar. Bu bir psikolojik savaştır. Yani 'Türkiye'yi yönetilemez bir ülke haline getireceğiz' iddiası, hükümeti yıpratacağız iddiası. Seçimlere yönelik, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik adeta bir ajitasyondur. Bunlardan hepimiz farkındayız" yorumunu yaptı.

Eylemcilerin yasal haklarını sonuna kadar kullanabileceklerini belirten Arınç, "yakmak, yıkmak, kamu malına zarar vermek, masum insanların hürriyetlerine engel olmak" gibi olaylara ise izin verilemeyeceğini ifade etti.

"Fikren bir insanın mazlumun yanında yer alması alkışlanacak bir tavırdır"

Türkiye'nin dış politikadaki imajı, yalnız kaldık duygusu yaşanıp yaşanmadığı sorusu üzerine ise Başbakan Yardımcısı Arınç, şunları söyledi:

"Türkiye fikren bir doğruyu savunurken, sizin yanınızda olanlar vardır ama sizin kadar iddialı değillerdir. Sizin kadar ellerini taşın altına koymuyor olabilirler. Hem o ülkelerin bulundukları yerler itibarıyla hem iç politikaları itibarıyla onlar açısından haklı olabilir. Mesela Suriye'ye kimyasal silah kullanıldıktan sonra, ABD bir müdahalede bulunmak istedi. Aslında bunun BM tarafından Güvenlik Konseyi'nde alınacak kararla bir yaptırım olarak uygulanmasıdır. Ama öyle bir BM ve öyle bir Güvenlik Konseyi var ki, 192 ülke bir tarafa 5 ülkeden birisinin vetosu BM'yi fonksiyonsuz hale getiriyor. NATO ne yapabilir, Suriye bir NATO ülkesi değil, Suriye'de yaşananlar NATO'nun birinci derecede görev alanı değil, ne zaman görev alanına girer, bu olaylardan bir NATO ülkesi saldırıya maruz kaldığı zaman. Bosna'da binlerce Boşnak hayatını kaybetti. Srebrenitsa'dan sonra NATO veya üye ülkelerin bir kısmı koalisyon şeklinde müdahale ettiler. Kosova'ya müdahale edildi. Hadi Suriye'ye de böyle bir şey yapın. Mesela Almanya bir hafta sonra seçimleri var, iç politika malzemesi olmasın diye hükümet 'kusura bakmayın orada çok kötü bir olay yaşandı ama ben bu işte yokum' diyor. İngiltere Avam Kamarası'na götürdü, reddedildi. Obama, kendi yetkisiyle yapabilirdi, o da siyasi bir tercihte bulundu.

Şimdi Türkiye bütün bunların yapılmasını arzu ederken, şu veya bu sebeplerle 'sen haklısın evet orada yaşanan bir insanlık trajedisidir ama ben şu anda fiili bir şey yapacak durumda değilim' diyorlar. Biz onlara kızarız, onları suçlayabiliriz ama bu neticeyi temin etmiyor. Dolayısıyla fikren bir insanın düşünce itibariyle mazlumun yanında yer alması alkışlanacak bir tavırdır."

SURİYE

Arınç, Suriye'de 2,5 yıldır iç savaşta binlerce kişinin ölmesi, binlerce kişinin yerlerinden yurtlarından olması karşısında dünyanın hiçbir şey yapmayıp da kimyasal silah kullanımından sonra harekete geçmesinin bağışlanacak bir şey olmadığını vurgulayarak, "(Bugüne kadar neredeydiniz) demek hakkımız var. Bu kimyasal silahla saldırının sonucunda Suriye'deki rejimin cezalandırılması gerekirken, 'siz bunların yerini bize gösterirseniz ve bunları imha edersek, eh bundan sonra fiili bir şey olmayacak' diyor. 'Bu ölenler de öldü hadi ona da gözlerimizi kapatalım ama bundan sonrakileri bize verin bu işin dosyasını kapatmış olalım' diyorlar ifadesini kullandı.

"Biz bugün Suriye konusunda yalnız değiliz" diyen Arınç, şöyle devam etti:

"Yalnızlığımız o ülkelerin Türkiye kadar etkin olamamasında, kararlı olamamasında, kendi çıkarlarını Suriye'deki trajediden üstün tutma noktasında. Mısır'da da aynı şeyi yaşamadık mı? Biz şimdi orayla bir an önce seçimlerin yapılması, siyasi tutukluların serbest bırakılması, uyduruk yargılamaların yapılmaması, bunları istiyoruz. Bunlar da insani amaçlıdır. 'Bir an önce anayasayı, seçimleri yapın', bunları istiyoruz. Mısır halkının demokratik tercihine biz saygı duyarız. Bizim dostluğumuz Mısır halkıyla, Suriye halkıyla olduğu gibi."

"Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanayız"

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Türkiye'deki eylemcilerin mezhepsel konular nedeniyle gösteri yaptıklarına ilişkin soru üzerine, "Alevi-Sünni çatışması, bunları konuşmak bir gazeteci açısından ne kadar haklıysanız, ülke yönetimi ve ülke güvenliği bakımından bunlar kolay telaffuz edilecek şeyler değil. Olayın iki boyutu var. Mesela diyelim ki, Suriye'deki rejim Nusayri bir rejimdir. Baas Partisi yoluyla ve silahlı kuvvetler gücüyle Sünni çoğunluğa karşı bir tahakküm uygulamaktadır. Biz meseleye bu açıdan bakmıyoruz, mesele Esad'ın Şii veya Nusayri olması değil, dost olduğumuz zaman da Esad aynı Esad'dı. Biz bugün Suriye'nin toprak bütünlüğünden yanayız. Kesinlikle bölünmesini parçalanmasını buna yol açabilecek gelişmeleri istemiyoruz. İkincisi Suriye'deki dini etnik farklılıkların da bir arada yaşamasını istiyoruz" dedi.


CAMİ CEMEVİ

Arınç, mezhepsel olaylara ilişkin ise şunları kaydetti:

"Bin yıldır bir arada yaşayan, aynı inancın farklı yorumlanması sebebiyle, aynı dalın meyveleri, aynı ağacın meyveleri, zaman zaman karşı karşıya geldi. Türkiye'nin geçmiş müzmin hastalıkları bunlar. Bütün bunlar Türkiye'de ayrımcılığı körükleyen, ayrıştıran, ötekileştiren bir yapıydı. Biz 11 senede, çatışmaları ortaya koyabilecek ayrıştırmaları tamamen ortadan kaldırdık. Birinci sınıf vatandaşız, her birimiz diğerinin inancına saygı göstermeli. Fakat Suriye'de başlayan olayların Türkiye'ye en azından sınırımızdan itibaren, Suriye'deki rejimi rahatlatmak adına. Türkiye'nin Suriye'deki rejime karşı bakış açısını, en azından zarar vermek veya kendi içinde problemlerle karşı karşıya getirmek adına birtakım çabalar olduğunu biliyoruz. Gerçek Aleviler ile Sünniler arasında bugüne kadar hiçbir çatışma olmadı. Bundan sonra da olmayacak. Ancak bazı aşırı unsurların her iki tarafa da girmeleri mümkündür. Aleviler bu ülkenin has yurttaşlarıdır, inançları itibarıyla da saygı görmüşlerdir."


Cami-cemevi yan yana projesiyle ilgili tartışmalara ilişkin de Arınç, "Bazı taleplerde cemevlerinin ibadethane kabul edilmesi düşünülüyor. Biz laik bir devletiz, kimsenin ibadet usullerine, inançlarına karışmayız. Ama cemevi bir niyaz evi olarak, bir erkan evi olarak kabul edilmiş. Bir güzel Alevi'den dinlemiştim, 'Müslümanlar camide namaz kılarlar onların namaz yeridir, biz niyaz yaparız cemevinde bizim de niyaz yerimiz'. Böyle bir tarifi kim kabul etmez. Diyelim ki, onların inancında da ibadet böyle oluyor. İbadethane olarak da burayı arzu ediyorlar. Bu konuda da bir şey demeyeceğim. Tuzluçayır'da bir dernek aynı arsanın içinde bir yerde cami biraz ötesinde cemevi ortada bir aşevi kurmak için bir proje yaptı. Temelleri atıldı, yüzlerce insan bunu protesto etti. 'Siz bizi devletin dinine sokmaya çalışıyorsunuz, bizim istediğimiz bu değil'. Kardeşim bak orada cami varsa onun sahibi belli, senin de söylediğin şey ibadethane olarak kabul ettiğin de orada. İkisi de ibadethaneyse ikisinin de bir arada olmasından ne gibi zarar var sana göre? Bunu izah edemezler, neden ideolojik bakıyorlar.

Türkiye'de Mardin'e, Hatay'a giderseniz, İstanbul'un hemen hemen pek çok mahallesini dolaşırsanız. Sokağın başında cami, sokağın sonunda da havrayı görebilirsiniz. Hatta çan, ezan, hazan sesleri birbirine karışır. Hatay'da gördüğüm için söylüyorum, duvarları birbirine bitişik, duvarlarının birbirine bitişik olan ibadet yerlerine ses çıkarmıyorsun da cami ile cemevi diyelim ki aynı parselin içinde yapılıyorsa niye memnun olmuyorsun. Maksat başka, maksat taş atmak, yol kesmek. Böyle bir şey olamaz."

Arınç, siyaseti bıraktıktan sonra bağcılık işiyle uğraşacağını da sözlerine ekledi.

Haberin Devamı