Gazete Vatan Logo

'Kimse beni korkutamaz'

Gökçeada, geçtiğimiz hafta, Rum mezarlığında mezarların tahrip edilmesiyle gündeme geldi...

Mutlu Tönbekici, Gökçeada'da yaşanan 'Vandalizm'i araştırdı.

Bir grup insan, 28 Ekim gecesi mezarlığa girmiş, ağır yağış ve rüzgâra aldırmadan aşağı yukarı birer metrelik 78 haçı sistemli bir şekilde yere devirmiş. Görgü tanığı yok. İhbar da yok. Savcılık dosyayı kapatmadı, soruşturmayı devam ettiriyor.

Ada halkı ise son derece şaşkın. “Yeni bir dönem açılmış, Rumların geri dönüşü başlamış, hareket bereket gelmişken bunu kim niye yapar anlamıyoruz” demekteler. Adanın tanınan Rumlarından Katina Karanikola ise üzgün ama tedirgin değil. Yorgo Tirovolis ise “Herkes dostunu düşmanını tanır. Korku yok” diye konuşuyor...

Adanın merkezinde oturan Katina Karanikola muhtemelen adanın en aktif kişilerinden. 70’li yıllarda küçük bir kız çocuğu olarak gitmiş İstanbul’a. 30 sene sonra emekli oldu son 3 yıldır adada. "Benim gibi geri gelen çok. Bazıları emekli olunca kararı veriyorlar. Fransa’dan Yunanistan’dan gelenler var. Tekrar gelebileceğimizi hiç düşünmezdim. Babalarımız ölünce neslimiz tükenecek derdim ama artık ümit var. Yeğenlerim sık sık geliyor Selanik’ten. Çok seviyorlar burayı.”

Katina yılmadı, savaştı ve tapusunu 7 yılda geri aldı

Katina’nın evi, Katina içinde otururken hazineye geçenlerden. 7 yıl sürmüş mahkemesi. Sonunda baba evinin tapusunu tekrar geri alabilmiş.

“Kadastro geçerken çok yapıldı böyle şeyler. Ben sadece bizim araziler gitmiştir sanırken oturduğum ev de meğer hazineye yazılmış. Haberim olmasaydı geri alamazdım. Bir çok Rum vatandaşın yeri böyle gitti.”
Katina kaygılı değil. 35 yıl sonra dönmüşüm, kimse beni korkutamaz.”



Provakasyondur, serseri işi değildir

Gökçeada Belediye Başkanı Yücel Atalay konuşmasına çok klasik bir bürokrat cümlesiyle başlıyor: “Bu hadise kesinlikle Türkiye ve Yunanistan’ın arasını bozmak isteyenler tarafından yapılmış bir provokasyondur!”
Evet ama kim niye “aramızı” açmak ister? Başkan şöyle devam ediyor: “Ege’de biliyorsunuz petrol yatakları var fakat henüz iki ülkeye de kullandırılmıyor. Erdoğan ve Papandreu “beraber çıkaralım” dediler en son. Sonra unutmayın bu iki ülkenin silaha yatırdığı para ile iki ülke yapılırdı. Şimdi işler değişti ve bu kimilerini rahatsız ediyor. Ne zaman iki ülke arasına güzel işler olsa böyle çirkin bir olay meydana geliyor. Hatırlayın, Sümela’daki ayinden 2 gün önce de Gümülcine’de Müslüman mezarlığı tahrip edildi.”

Üç beş haç kırmakla iki ülkenin arası bozulur mu diye Başkan’a karşı çıkabilmeyi çok isterdik ama hatırlayacağınız gibi daire büyüklüğünde bir adacık, karaya oturan bir gemi (ve bir adet aklıevvel gazeteci ile papaz) yüzünden Ege’de donanmalar karşılıklı yola çıkmıştı bundan 14 yıl önce.

Başkan, faillerin ada dışından geldiğinden de emin. “Zira burada yaşayanın bundan hiçbir kazancı olmaz. Gelmişler, kırmışlar ve sabah ilk vapurla gitmişler diye tahmin ediyoruz.”

Adada fanatik gruplar yok mu diye soruyoruz, yok diyor. Hiç mi gerilim yok diyoruz, yok diyor.

E kim o zaman? “Valla buradaki bir sıkıntıdan avantaj sağlayacak olan Rum diasporasıdır. Haklarının yendiğine dair Avrupa Parlamentosuna şikayetleri var. Türk Yunan ilişkileri Kıbrıs ve Gökçeada-Bozcaada üzerinden bozulur. Fakat diasporaya mesajım şu olur: Bağcıyla uğraşmasınlar, gelip üzüm yesinler. Bu arada kimse de milliyetçiler yaptı moduna da girmesin.”

***


Başkan topu “taca” atarken soruşturmayı yürüten yetkililer ise hadisenin planlı olduğunu söylüyor. “Mezarlığın yerini önceden tespit etmişler. Gürültü yapar diye balyoz kullanmamışlar. Çok yağışlı bir günde yapmışlar. Çok az iz bırakmışlar. En az 3 kişi olduklarını düşünüyoruz. Yapılı olmaları gerek çünkü haçlar 30-35 kilo civarında. 78’ini birden aynı gece devirmek güç ister. Ada dışından olma olasılığını biz de düşünüyoruz ama kesin bir şey söylemek mümkün değil. Fakat çok kısa bir sürede bir sonuca ulaşacağız.”

Adaya özlem hiç bitmedi

Adadaki Rum nüfus, son yıllarda azar azar da olsa artmakta. Adada doğup büyümüş fakat sonra hem fakirlik hem devlet politikasın sonucu göç etmiş Rumlar, dünyanın çeşitli yerlerinden dede ocaklarına geri dönüyorlar.

Bu geri dönüşün en canlı yaşandığı yer Eski Bademli köyü. Köyün Rumca adı: Gliki. 1970 öncesi Rum nüfus 400 civarında. 60’ların sonu, 70’lerin başında terk başlıyor.

İstanbul, Atina, Sydney, Cape Town.. Dünyanın her yerine dağılıyorlar. Evlerini onarma izni çıkmaya başlayınca (zira kadastro çok geç geçiyor adadan, tapu olmayınca da çivi çakamıyorsun) yavaş yavaş geliyorlar. Onlarca aile evlerini restore ediyor. Yazın hayli hareketli oluyor. Yaz kış oturan nüfus 2 yıl öncesine kadar 5 iken bu kış (yüzde 260’lık yükselişle!) 13’e çıkıyor. Aralarına İstanbul’u terk edip buraya yerleşmiş bir iki Türk aile de katılıyor.

Her akşam saat altıda kahvede buluşuyorlar. Bazen biri bir tabak kurabiye getiriyor, bazen bir kova balık, bazen bir tepsi börek. Hepsi emekli. Son derece sade koşullarda eski ama güzel bir köyde ikinci baharlarını yaşıyorlar. 35-40 sonra doğdukları köyde mutluluk yakalamaya çalışıyorlar.

Marika Kaimenu eşi Stelyo ile beraber bir kaç ay önce gelmiş. “Yunanistan’da temizlik işçisiydim. Orada yaşarken hep emekli olup Gökçeada’daki köyüme dönmeyi hayal ederdim" diyor. “Burada çok memnunum. Kışın burası çok güzel oluyor. Arkadaşlar da burada. Bahçem tavuklar, daha ne olsun!”

İskambil oynamaya bayılan eşi Stelyo ise 68 yaşında. Gözünü kağıtlardan ayırmadan “12 yıl önce evi tamir ettim, şimdi karımla keyfini çıkartıyoruz” diyor.

Dimitri Diniakos 1966 yılında gitmiş adadan. Önce Limni’ye gitmiş. Oradan Güney Afrika Cumhariyeti’ne gidiyor. Şimi 61 yaşında. “Bizi toprak çekti. Başka nasıl anlatayım ki? Buraya geri dönmeyi çok istedim. Yıllardır hem de. Şimdi fırsat oldu geldim. Çok mutluyum”

Argiris Bahcevanis 1975’te gitmiş. Önce İstanbul’a. Sonra 1981’de Yunanistan’a. Yemek üzerine işler yapmış. “Sağlık sorunları sebebiyle doktor dinlen dedi. Ben de köyüme dönmeye karar verdim. Burası çok güzel. Yıllar sonra gelmiş olsam da çok güzel".

Stelyo Okumusis 2003 yılında geri dönenlerden. “Birçok ev kapanmıştı. Hüzünlü zamanlardı ama kaldım. Şimdi köyümüz tekrar canlanıyor. Yunanistan’daki ekonomik kriz de bazılarının gelmesine sebep oluyor. Burada bir emekli maaşı rahat rahat yeter.”

Dimitri Macar, 1970’li yılların başında İstanbul’a gitmiş. “Zor yıllardı. Adada kalmak mümkün değildi. Yıllarca İstanbul’da yaşadım ve orada çalıştım. Sonra bıktım. Daha ne yapsaydım İstanbul’da? Yaptım, bitti. Buraya rahatlamak için geldim. Arkadaşlarımı, tanıdıklarımı görmek, çocukluk yıllarımı geçirdiğim köyümde olmak daha çok mutlu ediyor beni. Sanki kalanlar İstanbul’un nimetlerinden çok mu faydalanıyor? Yok öyle bir şey. Koşuşturmacan başka bir şey yok”

Yorgo Tirovolis: “Korkan çoktan gitti”

Tirovolis adadan İstanbul’a göç edenlerden. Gittiğimiz akşam bizi “Hammam” ismindeki lokantada ağırlıyor. Yorgo Bey, 10 yaşında gitmiş adadan. 45 yıl İstanbul’da ticaret yaptıktan sonra adaya geri dönenlerden. Son beş yıldır burada. Adada herkesin tanıdığı ve saygı duyduğu bir şahsiyet. Çok şey anlatıyor ama çoğunun yazılmasını istemiyor. “Korkumdan değil küçük hanım. Ben başkalarının başını yakmak istemem.”

“Mezarlıktaki haçları kıran çocuklar biliniyor ama onları kim yönlendiriyor işte o bilinmiyor. Mesele de bu.”
Tedirgin oldunuz mu diye soruyoruz “Burada yaşayanlar dostlarını da bilir düşmanlarını da. Korku yok. Korkup gidecek olanlar zaten çoktan gitti. Öyle üç beş çoluk çocuğun işiyle tedirgin olacak değiliz. Ama yine de merak ediyoruz: Neden?” diye cevap veriyor.

Ve son olarak da gür sesiyle ekliyor: “Ben Yunan değilim, Rumum! Binlerce yıldır bu toprakların insanıyım. Ben burada doğdum, burada büyüdüm.. Babam da dedem de, dedemin dedesi de. Gider gelirim ama orasıyla işim yok benim. Aradaki bu mühim farkı neden anlamazlar?”

Hayli üzücü bir devlet politikası

Eski adı İmroz olan ada Osmanlı toprağına Fatih Sultan Mehmet zamanında katıldı. 1923 Lozan anlaşmasıyla Türkiye’ye bırakıldı ama nüfus mübudelesine dahil olmadı.

1979’da ada Gökçeada oldu. 1930 yılındaki sayıma göre 7000 kişinin yaşadığı adada Müslüman nüfus sadece 200. 36 yıl boyunca nüfus çoğunluğu Rum lehindeyken 1960’lardan itibaren devlet, sistemli olarak adadaki Türk nüfusunu çoğaltmaya yöneldi.

Önce ekilebilir arazilerin yüzde 95’ini, metrekaresine 1 yumurta parası ödeyerek “Devlet Üretim Çiftliği”, “açık cezaevi”, “Jandarma Komutanlık Alayı” kurmak üzere istimlak etti. 5000 nüfuslu Dereköyü’nün hemen yanına yarı açık cezaevini kurdu. 30 yıl boyunca faaliyet gösteren cezaevi köyün boşalmasında önemli bir etken oldu.

Cezaevi kapandı ama araziler Rum vatandaşlara geri verilmedi. Onun yerine Anadolu’dan getirilen insanlara bedava dağıtıldı. Aynı şekilde Devlet Üretim çiftliği adı altında istimlak edilen topraklar da başkalarına verildi.

Geriye kalan yüzde 5 ise “kadastro” marifetiyle devletleştirildi. İnsanlar gittikten çok sonra gelen kadastro hem bilirkişiler çoktan öldüğünden hem başka niyetlerle “burayı kimse kullanmıyor” diyerek hazineye yazdı.

Sonra “serbest hayvancılık” diye bir şey yaratıldı. Serbest dolaşan keçiler de zeytin, meyve ağaçlarını ve üzüm bağlarını bir güzel yedi.

Sonda ada SİT alanı ilan edildi ve bundan sonra zilliyetlikle (yani kullanıma göre) toprak edinmek yasak dendi. Fakat Eski Bademli’den kadastro henüz geçmediği için ev ve arazilerin tapuları gerçek sahiplerine henüz verilmemişti. Kentsel SİT ilan edildikten sonra da mülkler şahıslara yazılamadı.

Bu arada her yerin ismi değiştirildi. Eski vergi kayıtlarıyla gelenlerin arazileri isim değişikliği nedeniyle bulunamadı. İnsanlar haklarını koruyamadı.
1996’dan itibaren de “zaman aşımı” kuralı uygulanmaya başladı ve dava açmak hukuken imkansız hale geldi.
Sonuç: 7000’lerden 175’e düşmüş bir Rum nüfus.



28 Ekim gecesi aşırı yağış ve rüzgara rağmen, 30-35 kiloluk 78 mezar taşı kırılmış veya yerinden sökülmüş. İz bırakılmamış. Üstlenen yok. Ada halkı hiç ummadığı bu hareketten dolayı şaşkın. Rum bir teyzenin tek derdi: “Kim dikecek taşı?”

VANDALİZM: Kişiye ya da kamuya ait bir mala zarar vermek

Haberin Devamı