Gazete Vatan Logo

'Kefeni yırttık'

Ateş altındaki o 1.5 dakikada neler yaşandı?

Güney Osetya’da NTV’den Hilmi Hacaloğlu ve Cumhur Çatkaya ile Kanaltürk’ten Levent Öztürk ve Güray Ervin’in bulunduğu aracın saldırıya uğradığı anın görüntüleri herkesin kanını dondurdu. Ölümle yaşam arasındaki o 1,5 dakikayı Hilmi Hacaloğlu anlattı...


“İyi miyiz, iyi miyiz?”. Kafamı soktuğum yerden çıkardığım ilk ses bu oldu. Önce bir kurşun vınlaması duymuştum ardından da Güray’ın kullandığı jipin ön camının kırıldığını. Kendimi koltuğa siper ettim ve 90 kiloluk koca gövdemi oturduğum koltukla paspas altına sıkıştırdım. Sonra araba durdu.

“İyi miyiz, iyi miyiz? “, sniper’ın kanasından çıkan o kahrolası tek kurşun sonrası dört kişinin içinde bulunduğu araçta kurulan ilk cümleydi bu. “Levent vuruldu” dedi, Güray. Cumhur ilk kez konuştu “Geri, geri”. Şoför mahallinde cam seviyesinin altına kaykılan Güray, geri vitese taktı arazi aracını.

İşte o andan itibaren 1,5 dakika boyunca hayatımız büyük bir cehenneme dönüştü. Yaklaşık 150 metre önümüzdeki siperde bulunan Oset askerleri, kalaşnikofları ölüm kusturmak için ateşledi. Kurşunlar bitmek bilmiyordu, devasa arazi aracının kevgire döndüğünü hissediyordum.



Art arda camlar patlıyor, jipin muhtelif noktalarından seken mermiler dört gazeteci arasında ölüm raksı yapıyordu. Kimseyi göremiyordum, çünkü yüzüm paspasa değiyor ve korkudan gözümü bile güçlükle açıyordum. Arabada kurşun vızıltısı dışında hiçbir ses duyulmuyordu. Bir de kesif bir barut kokusu kapladı her yanı. Bütün cesaretimi topladım ve var gücümle bağırdım: ” Cumhur iyi misin?”. Kameraman arkadaşım ses vermiyordu. Bir kez daha bağırdım sonra bir daha, “Cumhur iyi misin ?”.

...

Daha dün gelmiştik, Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e. Üstelik de heyecan dolu bir seyahat sonrası.
Havalimanına vardığımda mahşeri bir kalabalık vardı. Saat 13.10’daki Tiflis uçağı kaçtı kaçacak. Girişteki ilk kontrol noktasından dış kapıya kadar giriş kuyruğu, ardından bilet kuyruğı, sonra pasaport kuyruğu. Saate baktım, 12.05. “Galiba binemeyeceğim” diye söylenirken az önce bu insan selini aşmış olan Cumhur aradı. “Kuyruktan çık, İHA’dan Tuncer seni alacak” dedi. Tuncer’le birlikte VIP kapısından girdik. Güç bela biletleri aldık, yine VIP kapısından girerek pasaport kontrolündeki o devasa kuyruğu by-pass edip uçağa yetiştik. Rahat bir nefes aldım!
Ancak aksilikler başımızı bırakmıyordu, önce uçak rötar yaptı, ardından da Tiflis’teki havalimanına bütün eşyalarımın yüklü olduğu sırt çantamın gelmediğini gördüm. Bir saat kayıp eşya bürosunun ardında bekledikten sonra görevli, formu doldurdu. İçimde binbir sıkıntıyla otele vardık. Vakit kaybetmeden Türk basının karargah kurduğu Riverside Otel’e gittik.

Herkes o gün Gori’de yaşadıklarını anlatıyordu. Yanan binalar, vurulmuş siviller, korku dolu yüzleriyle çocuklar, kadınlar... Bu dramı görmek ve anlatmak için sabırsızlanıyorduk. O akşam bizimle birlikte Primavera Otel’de kalan Kanaltürk’ten Levent ve Güray’la sözleştik “Yarın erkenden Gori’ye gidelim”. Sonra Cumhur’a döndüm, “En geç 9’da orada olalım, uyar mı?”

...

“Evet”, nihayet Cumhur’dan cılız da olsa “evet” sesi geldi. Ama o on saniyelik sessizlik beni az kalsın çıldırtıyordu. Öldü sandım, “Ne derim, ne yaparım Feray’a, annesine nasıl izah ederim” diye geçirdim içimden. Boğazım düğümlendi. O yanıt, o cılız “evet” yüreğime bir miktar su serpse de ölüm hâlâ araçta kol geziyordu. Kurşun sağanağının durması için hepimiz sırayla dua ederken, duran jip oldu. Güray, “Lastikler patladı, gidemiyoruz” dedi. Cumhur ve Levet’in çaresiz “Geri, geri!” haykırışlarının sonuç vermesi imkansızdı. Aslında aracı durduran Güray’ın sandığı gibi lastiklerin patlaması değil, onlarca kurşun isabet eden motorun stop etmesiydi.

Bu sırada yaralanmış olan Levent ilk kez durumuyla bilgi verdi. “Gözümün üstünden bir yara aldım, şu anda kandan göremiyorum ama kendimi iyi hissediyorum. Yaram ağır değil, sakin olun” dedi. Sesinde panikten iz yoktu. Bir kez daha Güray’a “Geri gidelim” dedi. Ancak araba kıpırdamıyordu. Birden kurşun yağmuru da sona erdi. Korkuyordum, arabanın içinde kıstırılmıştık. Zorlukla nefes alıyordum... Bize saldıranların bize taciz ateşi açmadıkları ortadaydı. Keskin nişancı tek kurşunla Levent’i vurmuş, ardından askerler yok etmek için hedef gözeterek tetiğe asılmışlardı.

Tir tir titriyordum, önce karım (Selen) geldi aklıma, -daha yeni evlenmiştik- bu kadar mı erken yalnız bırakacaktım onu. Sonra annem, babam ve kardeşlerim gözümün önündeydi, iç çektim. Çok tehlike atlatmıştım ama “Bu kez yolun sonuna geldik” dedim içimden. Ama içimdeki paniği, telaşı dizginleyemiyordum. Sesim titreyerek bağırdım: “Korkuyorum”. Gözüm kapalıydı ve yanağım paspasa yapışıktı.

Cumhur, o sırada Güray’ın da yaralı olduğunu gördü. Sol kolundan vurulmuştu ama pek bir şey hissetmiyordu, kurşun kolu delip çıkmıştı. Bizi pek dostça karşılamayan askerleri ilk gören de Cumhur oldu, “Karşımızdalar, arabanın sağında. Bize işaret yapıyorlar” dedi. Tişörtlerimizi çıkarıp sallamamızı öneren de, ilk şoku atlattıktan sonra yine Cumhur oldu. Valizim kaybolduğundan ben sabah onun gri gömleğini giymiştim. Çıkardım ve sol arka pencereden salladım. Aynı anda Güray da çizgili tişörtünü çıkarıp saldırı öncesi Levent’in çekim yaptığı küçük kameranın monopotuna taktı ve salladı. Hep beraber “Press”, “Journaliste” diye bağırıyorduk var gücümüzle.

Dakikalar geçiyor, ancak endişe ve belirsizlik bitmiyordu. Derken devreye Levent girdi. “Arkadaşlar bilincim açık, fakat çok kan kaybediyorum. Bayılabilirim” dedi. Sesi hâlâ çok soğukkanlıydı, şaşılacak derecede soğukkanlı. Bana “Hilmi, ilkyardım malzemelerine ulaşabiliyor musun?” dedi. Şöyle bir hamle yaptım ama kafam cam seviyesini aşınca Güray uyardı ve yeniden eğildim. “Ne yapacağız?” diye panikle sordum. Cumhur, sol tarafın serbest olduğunu söyledi. Hamle ettim, ama çıkamadım. Çünkü hâlâ durumdan emin değildim. Levent, bir kez daha konuştu ve durumun gittikçe kötüye gittiğini belirtti. Zaman geçiyor, Levent’in kan kaybı artıyordu. Artık karar vermek zorundaydık. Bulunduğu yerden askerleri görebilen tek kişi olan Cumhur, “Çıkalım. Askerler geri gitmemizi istiyor” dedi.

Söz birliği etmişçesine aynı anda araçtan çıktık. İlk ateşe uğradığımız yerden en az 250 metre gerideydik. Güray, menzilden çıkaramamış olsa bile, müthiş bir iş yapmış ve bizi ilk ateşe uğradığımız yerden bayağı geri çekmişti. Askerleri göremiyordum. Önce ellerim havada, üstüm çıplak, onlara doğru yürüdüm. “Press, press” diye bağırdıktan sonra Levent’in yarasını sarmak için bagajdaki ilk yardım malzemelerine yöneldim. Daha önce hiç kurşun yarası sarmamıştım. Levent, “Önce pamuk, pamuğu yaraya bastır” dedi. Sonra sargı beziyle başını sardık. O an Levent’in ölmek üzere olduğundan emindim. Yarası gerçekten çok kötü gözüküyordu. Onun ısrarla “İyiyim” demesi bile hiç ikna edici değildi... Onu korkutmamak için “Tabii, tabii iyi olacaksın” diyordum. Bu sırada Cumhur’un “Ben kayıttayım” dediğini duydum. “Kayıttayım”.

...

” Şu anda Tiflis Uluslarası Havalimanı’ndayız, sabah saatlerinde havalimanın 2,5 kilometre güneydoğusunda bulunan askeri pist, Rus Hava Kuvvetleri’nce vuruldu. Saldırıda hiçbir sivil zarar görmedi”. Cumhur kafasını salladı, anons olmuştu. Akşam, Leventler’le sözleştikten sonra yatmıştık ancak TSİ 05.30’da Dış Haberler’den Pınar uyandırdı. “Hilmi abi, AP, Tiflis Havalimanı vuruldu diye flaş geçti haberiniz var mı?”.

Apar topar kalkıp önce Cumhur’u uyandırdım. Ardından da Levent-Güray ikilisinin kapısını çaldım. Beş dakika sonra araçtaydık. Havaalanından Gori’ye gideceğimiz için Cumhur’un kıyafetleri dışında her şeyi arabaya yükledik. İHA, canlı yayın aracını Gori’ye götürüyordu. Bir ihtimal orada kalabilirdik o yüzden hazırlıklı olmalıydık.

Şoför koltuğuna ben geçtim ve hızla havalimanına doğru yola çıktık. Bolca yol sorarak hava saldırısından 2 saat sonra havalimanına ulaştık. Havalimanında her şey normaldi. Kafeteryada Türkçe bilen bir garson kız, saldırırının yerel saatle 5’te meydana geldiğini söyledi. Tam havalimanından ayrılırken Tiflis Havalimanı’nı işleten TAV’ın yetkilileri bizi çay içmeye davet ettiler. Onlarla da yarım saat hasbi hal edip, yola düştük. Zaman geçiyordu. Bir an evvel Gori’ye gitmeliydik. Ancak önce bir markete uğrayıp alışveriş yaptık. Ekmek, bir kilo peynir, bir paket sakız, bolca su, benim için jilet, tıraş köpüğü ve diş fırçası.

Güray da para çıkışmayınca beni çağırdılar. Parayı ödeyip marketten çıktık. Arabaya giderken yanda döviz bürosu gördük. Önce onlar para bozdurdu. Sıra bana geldiğinde Levent’in sesini duydum “Ben eczaneye gidiyorum”. Havalimanından markete bizi Güray getirdi. Ona “Aracı ben kullanayım, sen çekim yaparsın” dedim. “Boşver” diye yanıtladı Güray, “Levent küçük kamerayla çekecek zaten”. Yeniden onun arkasına oturdum. Eczanenin önünde 5 dakika daha bekledik. Levent gelince “Ne aldın?” diye sordum. “İlkyardım malzemesi, pamuk, yara bandı, sargı bezi, alkol”. Yanıtı yapıştırdım “Ne yapacaksın onları?”

...

“Anladın mı ilkyardım malzemesini neden aldığımı?” diye cevapladı Levent, iki saat sonra başındaki sargıyı sararken. Kafamı salladım. Levent’in kan kaybını durdurmuştuk ya da en azından öyle görünüyordu. Ama “Kafatası nasıl, beyinde bir hasar mı var mı?”. Bu sorular cevapsızdı. Ve yaklaşmakta olan askerler, bize ne yapacaktı? Gazeteci olduğumuzu haykırıp yardım istiyorduk. Yaralımız olduğunu anlatmaya çalışıyorduk. Askerler kontrollü geliyordu. Birbirlerini kolluyor, mevzi alarak geliyorlardı. Arada işaret ediyorlardı. Ancak o mesafeden “gelin” mi, yoksa “gidin” mi dedikleri anlaşılmıyordu. Geri dönsek nereye gidebilirdik ki, zaten Levent de Güray da yaralıydı. Onlarla birlikte bir hastaneye gitmekten başka bir çare yoktu.

Onlara en yakın ben duruyordum. İlk asker kalaşnikofla beni dürttü ve geri çevirdi. Bir kez daha ölümün soğuk nefesini tam boynumda hissediyordum. “Acaba infaz mı edecek?” diye içimden geçirdim. Yeniden korkuyordum, hem de çok... Küfür ediyor gibiydi, bir yandan tüfekle sırtıma vuruyor bir yanda hırıltılı sesler çıkarıyordu. Çaresiz “Press” diye bağırdım sonra yalvaran bir sesle. “I am a Turkish journalist, seni anlamıyorum” dedim. Acaba infaz mı edecek diye düşünürken arabaya doğru iteledi beni. Tam bagajdan çantamı alacakken bir kez daha sırtıma vurdu. Bagajı açamayınca bu kez Levent’in yanına yöneldim. Ona omuz verdim ve hızlı adımlarla Oset güvenlik noktasına doğru yürüdük. Güray ve Cumhur tekme ve yumruk yemek pahasına kameralarını aldı. Bağrış çığrış içinde sınıra vardık. Artık Güney Osetya kontrolündeki topraklardaydık. Panik sürüyordu. Ama yavaş yavaş güven geliyordu. Gazeteci olduğumuza ikna olmuş gibi görünüyorlardı. İngilizce bilen birisi “Sizi Gürcü keskin nişancılar vurdu ” dedi. Levent’in yarasına bakan bir sıhhiyeci ise “Ölüm tehlikesi yok” dedi. Kim bilir buna benzer ne kadar yara görmüştü ama benim gördüğüm manzara feciydi. Yine de bandajı değiştirdi. Yaklaşık 10 dakika sonra gelen eski püskü bir minibüse apar topar bindik.
“Kefeni yırttık” diye geçirdim içimden, hastaneye gidiyorduk... (NTVMSNBC)

Haberin Devamı