Gazete Vatan Logo

'CHP'nin buna öncülük etmesi gerekir'

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Siyaset yapacaksanız şiddeti kullanmamak gerekir. Bırakın insanları sandık başına hür ve engelsiz gitsinler. Orada serbest iradeleriyle oylarını kullansınlar. Siz sevgiyle oy alın, korkuyla oy almayın" dedi.

Arınç, Habertürk’te katıldığı bir programda soruları yanıtladı ve gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

Arınç, bir soru üzerine, Bursa’nın seçim bölgesi olduğunu anımsatarak, parti genel merkezinin yaptığı görev bölümüyle mitinglere katıldığını, son olarak Muş, Bitlis ve daha sonra Diyarbakır’a gittiğini söyledi.

Güneydoğu gezisinin çok güzel geçtiğini, halkla ilişki kurduklarını, seçim bürolarında konuştuğunu ve sivil toplum örgütleriyle biraraya geldiklerini anlatan Arınç, Hasan Paşa Çarşısı’nda gençlerle sohbet ettiğini belirtti.

Arınç, "Bu kez gittiğimde Sayın Osman Baydemir ile görüşme imkanım olmadı. Herkes bir seçim telaşında. BDP’li bağımsız adayların da mitingi vardı. Biz tabii farklı bir yerdeydik. Dolayısıyla Diyarbakır açısından da benim açımdan da verimli ve yoğun bir gün geçtiğini söyleyebiliriz" dedi.

Muş’un 4, Bitlis’in 3, Diyarbakır’ın 11 milletvekili çıkartacağını bildiren Arınç, geçmişte Muş’ta 2, Bitlis’te 3, Diyarbakır’da ise 6 milletvekillerinin bulunduğunu, şimdi seçime daha güçlü girdiklerini savundu.

Arınç, şöyle konuştu:

"BDP ve bağımsız adaylar tabii bir fenomen orada. Onların bir ağırlığı olduğunu söylemek doğru olur. Yalnız bu ağırlık tabii siyasetten biraz daha fazla başka unsurlardan meydana geliyor. Şehre bir korku neredeyse hakim olmak üzere. Yani sandığa gidip gitmeme konusunda tereddütte bulunan insanlar var. Gördüğüm kadarıyla AK Parti yine gücünü muhafaza ediyor ve AK Parti’ye samimiyetle yaklaşıyorlar. Çünkü yapılan hizmetleri görüyorlar. Kendilerine kucak açıldığını, dürüst ve eşit davranıldığını biliyorlar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan şahsında güvenilir bir lider kendilerini kucakladı. Bunun farkındalar. Şimdilik gidebildiğim yerler Diyarbakır, Muş ve Bitlis. Tekrar gideceğim başka bölgelere de. Oralarda, 50-100 yıldır ihmal edilmiş hizmetlerin fazlasıyla geldiğini söylüyorlar."

Bölgeye 400 yataklı eğitim ve araştırma hastaneleri yapıldığını, her tarafta bölünmüş yolların olduğunu, köylerin pek çoğuna su gittiğini, köylere dönüş başladığını ve terör mağdurlarına tazminat ödendiğini vurgulayan Bakan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Olağanüstü hal kalkmış. Yani insanlar AK Parti döneminde yeniden doğmuş gibiler. Bunu biliyorlar, bunu kimin yaptığını da biliyorlar ve AK Parti’ye bir bağlılık ve bir sevgi duyuyorlar. BDP’ye karşı şüphesiz kendi bölgelerinin siyasetçisi olmakla bir yakınlıkları var. Ama başka partileri tercih etmek isteyen veya AK Parti’yi tercih etmek isteyenlere karşı da bir baskının, bir tehdidin, bir şantajın gerçekliğini de söylemek zorundayım. Biz de ’ya siyaset ya şiddet’ diyoruz. Siyaset yapacaksanız şiddeti kullanmamak gerekir. Bırakın insanları sandık başına hür ve engelsiz gitsinler. Orada serbest iradeleriyle oylarını kullansınlar. Siz sevgiyle oy alın, korkuyla oy almayın. Ben meydanda bunu söyledim.

Halk kararlı bir şekilde. AK Parti’ye karşı büyük bir güven var, oy verecek. İkincisi sandığa gitmek önemli bir yurttaşlık hakkı. Buraya gidecekler ve dilediklerine kullanacaklar. BDP’nin de belli bir oranda oy alabileceğini söyleyebilirim. Sivil toplum örgütlerinin taleplerini not ettik, bazılarına cevap verdik. Kürt sorunu üzerinde daha neler yapılabileceğini veya yeni anayasada hangi unsurların olabileceğini, AK Parti’nin üçüncü döneminde neler yapabileceğini bize sordular. Çok yararlı görüşmeler oldu. Özellikle sivil toplum örgütlerinin çok cesur ve kararlı olduklarını hissettim."

-"GEÇMİŞTEKİ SİYASİLER KÜRT SORUNUNU İNKAR ETTİLER"-

Bakan Arınç, Kürt meselesiyle ilgili söylemler üzerine yöneltilen soruyu ise şöyle yanıtladı:

"Sayın Başbakan bu konuda dürüst davranan ve bu konuyu cesaretle ele alan bir insan. Samimiyetine ve dürüstlüğüne de herkes inanıyor. Geçmişteki siyasetçiler çoğu zaman Kürt sorununu inkar ettiler. Kürt varlığını inkar ettiler. Red ve inkar politikaları geçmişte geçerli oldu. Dağda kar vardı, üstünde yürüyenler kart kurt diye ses çıkarıyordudan başladılar. 1980 öncesi ve 1980 sonrası Diyarbakır’ın ve bölgenin halini biliyoruz. Daha sonra da olağanüstü hal döneminde her şeyin yasak edildiği, halka baskı uygulandığı ve kimlik ifade edilemeyen bir dönem oldu.

O zaman da Rahmetli Özal’ın, belki birkaç defa Demirel’in, Özal’ın çok ciddi olarak ortaya attığı, ama sonunu getiremediği, vefatı sebebiyle belki çok şeylerden mahrum olduğu bir söylem oldu. Demirel de ucundan, kenarından söylemiş olmak için bir şey söyledi. O zamanın siyasetçileri bu konuyu sanki bir ateş gibi ellerinde tutamıyorlardı. Ya görmezden geliyorlardı veya bir cümlenin içerisinde onu yuvarlamak suretiyle konuşuyorlardı. Ama Sayın Başbakan 2005 yılında meşhur Diyarbakır konuşmasında meseleyi çok açık bir şekilde ortaya koydu. Ve ortaya koyduktan sonra da bu konuda neler yapılacağını açıkça ifade etti."

Arınç, daha sonra demokratik açılımda veya daha sonra Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’ne dönüşen süreçte, özellikle olağanüstü halin kaldırılmasını takiben de sadece şiddet veya silah yoluyla terörün önlenemeyeceğini, politik, siyasi, toplumsal, ekonomik ve buna bağlı pek çok sosyal bir takım tedbirlerle ülkedeki birliği ve beraberliği yeniden pekiştirebileceklerini ortaya koymaya çalıştıklarını bildirdi.

Herkesin kimliğini rahatlıkla ifade etmesi gerektiğine dikkati çeken Bakan Arınç, şunları kaydetti:

"Bu sadece ben Kürd’üm, ben Çerkez’im, ben Türk’üm demekle de bağlantılı veyahutta kısıtlı olmamalı. O insan anadilini rahatlıkla konuşabilmeli. Anadilinin kurslarını rahatlıkla açabilmeli, geliştirebilmeli. Kitabını dergisini çıkartabilmeli. Radyo ve televizyon yayıncılığını yapabilmeli. Yani anayasanın sadece resmi dil Türkçedir, ya da eğitim dili Türkçedir anlayışının dışında ne yapılabilecekse bütün bunları kültürüyle diniyle inancıyla folkloruyla sanatıyla yaşayabilir hale getirilmesi. Bunların hepsini gerçekleştirdik. Biz TRT Şeş’i üç seneden beri faaliyete soktuk. Bugün milyonlarca insan beğeniyle izliyor. Artık İran’ın televizyonlarını veya Ermeni radyolarını Kürtçe konuştuğu için dinlemiyor. Kendi ülkemizin bugün o bölgede 18 tane yerel radyo ve televizyonu ana dilde yayın yapıyor, devletin resmi televizyonunun dışında."

Bakan Arınç, buna ilaveten RTÜK tarafından yayın lisansları verildiğini, bunun dışında yoldaki barikatlar çok büyük ölçüde idari tedbirlerle kaldırıldığını, terörle mücadele mağdurlarına karşılıklarının verildiğini, köylere dönüş sağlandığını ve yaylaların tekrar hayvancılığa ve iskana açılır hale getirildiğini dile getirdi.

Arınç, şöyle dedi:

"Bölgede bir kalkınma başladı. Bölgede bir özgürlük, bir rahatlık, bölgede bir emniyet ortaya çıktı. Biliyorsunuz önemli olan terörün eylem yapamaz hale gelmesi. Örgütün silah bırakması, dağa çıkışların vazgeçilmesi veya engellenmesi. Dağdan inişlerin teşvik edilmesi. Artık örgüt, (ben eylem yapmıyorum) noktasına bir şekilde nasıl gelebilecekse ki bunların planları programları da yapıldı. Yani terör eylemsiz bir Türkiye... Kalkınan bir Türkiye, kalkınan bir bölge. İnsanların rahatlıkla devletine bağlılık duyabilecekleri bir bölge, bir ortam. Buna başlamıştık, ama Habur çok kötü bir tecrübe oldu."

-"BU ÖRGÜT BİR ŞEKİLDE SİLAH BIRAKMALI"-

Muhalefetin AK Parti ve hükümetin elini zorlaştırdığını belirten Arınç, "Biz iyi niyetle Mahmur’dan gelenlerin ülkeye girmesini, geri dönüşlerin başlamasını düşünüyorduk. Kandil’in belki dönüşü veya Kandil’den iniş daha sonraki süreçte olacaktı. Çünkü kanunlarımız da zaten eylem yapmamış, eylemlere katılmamış yani herhangi bir eylemden dolayı aranmayan, bizim istihbarat kaynaklarında veya yargının elinde terörist diye geçmeyen, bir şekilde yurt dışına çıkmış belki örgütte de bulunmuş, ama eylemlerde bulunmamış insanlar, TCK ve diğer mevzuat uyarınca rahatlıkla gelebilmeli" diye konuştu.

10 binden fazla insanın Mahmur’da yaşadığını ifade eden Arınç, "Orada doğanlar var, oraya sonradan gidenler var. Orası neredeyse bir kasaba neredeyse bir şehir haline gelmiş" dedi.

Genç kızken gidenlerin, 3 günlük evlilerin, çocuklarını orada doğuranların bulunduğunu anlatan Arınç, "Niye kendi vatanlarına, kendi topraklarına dönmesinler. Bu kadar iyi niyetlerle başlandı" diye konuştu.

Terör örgütünün silah bırakması veya eylem yapmaktan vazgeçmesinin tamamen siyasi bir proje olduğuna dikkati çeken Arınç, bunun şartlarının hazırlanması gerektiğini bildirdi.

Arınç, şöyle konuştu:

"Her gün eylem yapar da kan akması ve gözyaşları devam ederse 30 yıldan beri en büyük tramvayı yaşamış olan Türkiye’de hangi projeden bahsedebilirsiniz. Hangi kardeşlikten bahsedebilirsiniz. Daha dün Bursa’da bir şehidin cenazesi geldi. Ben de ailesini ziyaret ettim, köyünde. Gözlerimiz yaşarıyor, anneler, babalar ağlıyor. Daha askere gideli 4 ay olmuş, iki gün evvel telefonla konuşmuşlar, mayın patlamış ve askerimiz şehit olmuş. Şimdi onlar terör örgütü mensubu olarak ölenler ve öldürülenler için ağıt yakıyor. Onlar ne kadar haklıdır bilemeyiz, kamu vicdanı karar verecek. Ama burada da polisimiz, askerimiz var. Ertesi gün evlenecek olan bir polis, polisevi önünde taranarak şehit edildi. Yani bu örgüt bir şekilde silah bırakmalı, bir şekilde silahtan vazgeçmeli, ancak bu kadar söyleyebiliyorum. Bunun şartları hazırlanmalı, ondan sonra biz Türkiye’de uçabilmeliyiz.

Demokratikleşmesi, özgürleşmesi, kucaklaşması, yaraların sarılması, travmanın atlatılması, yeni doğan nesillerin endişelerinden kurtulması, çok önemli olanaklara sahip bölgenin biran evvel kalkınması. 3-4 gün dükkanların kapalı olduğu bir Diyarbakır...Esnaf iş yapamıyor, senetlerini ödeyemiyor, çıraklar evlerine ekmek götüremiyor. Sokaklarda üzgün insanlar, yani bunların çıkarıldığı sanayileşmenin başladığı bir bölgede, yollarıyla, hastaneleriyle, okullarıyla müthiş bir seferberliğin başladığı görüyoruz."

-"AK PARTİ, KILCAL DAMARLAR GİBİ TÜRKİYE’NİN HER YERİNE YAYILMIŞ"-

AK Parti’nin bölgede zemin kazandığını ifade eden Arınç, "Ortadaki gürültü ve patırtılara bakılırsa öbür tarafın daha çok sesinin çıktığını göreceksiniz" dedi.

BDP’nin Diyarbakır mitinginde resmi rakamlar, gazetecilerden aldığı bilgilere göre, 8 bin kişinin miting meydanında toplandığını anlatan Arınç, "Az mı az değil, ama on binlerce insan diye bunu anlatırsanız ekranlarda veya gazetelerde, on binlerce insanın sanki bu eylemlere, bu kişilere, bu partiye destek olduğunu zannedersiniz. Bir cenazenin arkasından 15 bin kişi yürümüş, ama bir milyon kişi yürüdü derseniz, bu zaten örgütün çok da arzu ettiği bir propaganda olur" diye konuştu.

Gerçeklerin iyi görülmesi gerektiğini bildiren Arınç, "Ben etnik kökene dayalı siyaset yapıyorum" iddiasıyla ortaya çıkan siyasi partinin arkasından gidecek insanların olacağını söyledi. Bunun Türkçülük açısından da Kürtçülük açısından da böyle olduğunu belirten Arınç, şunları kaydetti:

"Ama meseleye ırkçılık, milliyetçilik açısından değil de bir siyasi partinin yapacağı hizmet veya bütün Türkiye’nin partisi olmak, bütün Türkiye’nin sorunlarını çözme iddiasında bulunma noktasında bakarsanız, BDP’nin varlığı sadece 5-6 vilayetle sınırlı, ama AK Parti, Türkiye’nin 81 ilinde var, belediyelerinde var. Kılcal damarlar gibi Türkiye’nin her yerine yayılmış."

"ZAHİRDE LAİKLİĞE AYKIRI EYLEMLERLE SUÇLANIYORDUK AMA BEN BİLİYORUM Kİ, YANLIŞ DÜŞÜNEBİLİRİM, BİZ YENİ BİR ANAYASA YAPMAK İSTEDİĞİMİZ İÇİN KAPATILMAK İSTENDİK"

Kılıçdaroğlu’nun Batman’da "genel af"tan bahsettiğini, ancak Ankara’ya gelince "Yanlış anlaşıldı, terör bitsin de ondan sonra bu düşünülebilir" dediğini ifade eden Arınç, şöyle konuştu:

"Halbuki terör sona erebilecekse bunun unsurlarından biri belki genel af olarak düşünülmeli. Terör bittikten sonra zaten genel affa ne ihtiyaç kalacak? Ama orada söylediğini, birisi dürtünce Ankara’da inkar ediyor. Kürşad Tüzmen’e yaptığı gibi. ’Bunların hepsi yolsuzluk yapmıştır’ diyor, heybetli bir adam karşısına çıkınca ’aman aman senin için söylemedim’ diyor. Böyle bir siyasetçi, nasıl bir kimlik, nasıl bir kişilik, kime güven verebilecek? Her sözünün tamamen tersini söyleyebilecek bir tip olarak, şüphesiz CHP’de bugün lider profili, aday profili, partinin yönetimine gelenler açısından değişiklikler oldu. Keşke bunlar müspet olarak, pozitif olarak Kürt sorununun çözülmesinde de, terörün bitmesinde de, milli birlik ve kardeşlik projesinde de olumlu destek olarak sadece ’evet, ne kadar güzel yaptınız’ anlamında değil, ’şurası yanlış, şurayı şöyle yaparsanız daha iyi olur, benim de teklifim budur’ diyebilse..."

"Demokratikleşme konusunda CHP’yi AK Parti’ye rakip olarak görüyor musunuz" sorusu üzerine, CHP’nin kendilerini "Demokratikleşmede neden geri kaldınız?", "Şu Anayasayı neden bir an evvel yapmıyoruz?", "Doğu meselesinde şu farklı argümanları neden kullanmıyoruz" diyerek sıkıştırabilmesini arzu ettiklerinin belirten Arınç, "Bunu yapsalar, öpüp başımıza koyacağız ama onlar diyor ki, ’siz ülkeyi bölüyorsunuz, siz terörle mücadele değil, terörle müzakere yapıyorsunuz.’ Anayasanın değişikliğine karşı çıkan bir zihniyet, ülkenin battığını, rezil olduğunu, parçalandığını, bölündüğünü söyleyen bir zihniyet, bize hangi konuda rakip olabilecek? Onlar yapsa da keşke biz arkalarından gitsek" dedi.

Bazı sorunları CHP’nin çözmesinin çok basit olduğunu ifade eden Arınç, başörtüsü sorunundan demokratikleşmeye ve yeni anayasa çalışmalarına CHP’nin öncülük etmesi gerektiğini söyledi. Paradigmanın değişikliğini ancak CHP’nin sağlayabileceğini dile getiren Arınç, şöyle devam etti:

"Ama o paradigmayı koruyacak tedbirler alıyor. Yani CHP tek parti döneminde hangi CHP ise, 1950 sonrasında, 1960 darbesinde hangi CHP ise, 1980 sonrasında hangi CHP ise, 28 Şubat’ı destekleyen hangi CHP ise bugün sadece başındaki lideri değiştirmiş, Baykal gitmiş bir başkası gelmiş konumunda. Yeni bir değişiklik, paradigma değişikliğidir. Artık bunlarla olmuyor. Biz rakiplerimizin güçlü olmasından sevineceğiz."

-"SİLAHLI KUVVETLERİ YIPRATMAKTAN HEPİMİZİN KAÇINMASI LAZIM"-

Bir soru üzerine de Arınç, partisinin seçim beyannamesinin, 2023 yılında nasıl bir Türkiye hayal ettiklerini ortaya koyduğunu belirterek, bunun içerisinde demokrasinin ve sivil-asker ilişkilerinin batı normlarında nasıl olacağına dair ipuçlarının da bulunduğunu ifade etti.

"Olmayabilirdi de... Yani biz artık bu konuyu her gün konuşmak, eleştirmek yerine atılan olumlu adımları görüyoruz ve bu bir tabii süreç olarak sonunda batı benzeri bir ilişki tamamen ortaya çıkacak" diyen Arınç, şöyle dedi:

"Şu 10 yıl önceki konumumuzdan bugün 10 yıl sonraki konumumuza baktığımız zaman artık herkes kendi alanında görevini en iyi yapan kurumlar haline gelecek. Bizim bu konuda bir endişemiz yok. Zaman zaman silahlı kuvvetlerden bir veya iki kişinin yaptıkları, bize göre de yanlış bulduğumuz konuları dile getiriyorum ama sonra görüyorum ki, sanki bütün silahlı kuvvetleri hedef almışız ve tamamını yıpratmak isteyen bir tavır gibi algılanıyor. Silahlı kuvvetler, çok önemli bir kurum. Onu yıpratmaktan hepimizin kaçınması lazım. Şimdi benim sözlerimi toplumda farklı şekilde algılıyorlarsa veya benim sözlerim sanki bütün kurumu yıpratmak istermiş gibi kullanmaya müsait olarak anlıyorlarsa ben bundan çok üzülürüm.

Her kurumda yanlış yapan insanlar olabilir. Doktor yapabilir, avukat yapabilir, bakan yapabilir, başbakan yapabilir. Silahlı kuvvetler de çok güçlü bir kurum, içerisinden yanlış yapabilenler olabilir. Önemli olan onlar, hukuka aykırı herhangi bir eylemde bulunmuşlarsa cezalandırılmasıdır. Benim de söylediklerim onlar ama bunlar çok sık konuşuldukça, sanki ’bütün kurumu hedef alıyor’ gibi bir mana çıkabilir. Ben bunu hiçbir zaman arzu etmem."

-"YENİ BİR ANAYASA YAPMAK İSTEDİĞİMİZ İÇİN KAPATILMAK İSTENDİK"-

Yeni anayasa konusunda iddialı olduklarını belirten Arınç, bu iddialarının 2007 yılındaki seçimlerden hemen sonra başladığını söyledi.

2008 yılının Ocak ayında hazırlıklarını neredeyse tamamladıklarını, Nisan ayında da konuyu TBMM’ye getirmeyi düşündüklerini, ancak o sıralarda Anayasa Mahkemesi’nde AK Parti’nin kapatılması için dava açıldığını hatırlatarak, şöyle konuştu:

"Zahirde laikliğe aykırı eylemlerle suçlanıyorduk ama ben biliyorum ki, yanlış düşünebilirim, biz yeni bir anayasa yapmak istediğimiz için kapatılmak istendik. Çünkü bu yeni anayasada birileri çok endişeye düştü. Biz diyorduk ki ’Yeni Anayasa’, diyorduk ki, ’Daha çağdaş bir Anayasa’, diyorduk ki, ’İnsan odaklı, birey odaklı bir Anayasa...’ 2008 yılından sonra biz daha yüksek bir sesle yeni anayasayı konuşmaya başladık. Bu, birilerinin uykularını kaçırdı. Bu şartlanmış, statükoya inanmış, iman etmiş bir kesimde, ’Olmaz, bunun sonu çok kötü, bunlar bunları söylüyorsa demek ki eski anayasaları atacaklar.’ Halbuki eski anayasalar, 1960 da, 1980 de darbe mahsulü anayasalar. İkincisi ’çağdaş’ diyorlar. Bu çağdaş değil mi?"

Referandumla yapılan Anayasa değişikliğinde de TBMM’de tek başlarına kaldıklarını dile getiren Arınç, CHP’nin sandığa gitmeyerek hep kendilerini eleştirdiğini, MHP’lilerin hep "hayır" oyu verdiğini, BDP’lilerin de oylamalara katılmadığını, katıldıklarında ise "hayır" oyu kullandıklarını söyledi.

"Yeni bir kapatma davasından kaygılandınız mı" sorusunu da Arınç, "Hayır. Her şeye rağmen olacaktı, çünkü Anayasa’nın en önemli 26 maddesiydi. O bizim oylarımızla çıktı. Milletin önüne getirdik. Ne kadar bağırdılar, çağırdılar, insanlığımızdan çıkardılar. Bizi hainlikle itham ettiler ama millet yüzde 58’le... Bugün daha geniş kadrolu bir HSYK, daha geniş kadrolu bir Anayasa Mahkemesi, bireysel başvurusuyla daha güçlendirilmiş bir yüksek yargı ortaya çıktı ve dün reddedilenler, hain ilan edilenler bugün kurumlarına dönmeye başladı" diye yanıtladı.

'HER ŞEYİ SABIRLA ÇÖZÜYORUZ'

"Örneğin, ben vali ataması yapıyorum. Danıştay geri alıyor. Sayın İçişleri Bakanı Atalay’ın güzel bir sözü vardı, ’Biz Türkiye’yi Danıştay ile birlikte idare ediyoruz’ derdi. ’Valilerin yarısını ben atıyorum, yarısını da o atıyor’. Böyle bir şey dünyanın neresinde görülmüş. Danıştay, kurumsal bir muhalefet gibi hükümetin bütün eylemlerine karşı çıkıyor. Bir taraf Anayasa Mahkemesi, bir taraf diğer yargı. Bunlar bizi bağlıyor. Yasama, Anayasa Mahkemesinin denetimine tabi. Ama yargı kendi içindeki bir mekanizma. Bir başka kurum tarafından denetlenmiyor. Halbuki üç tane el, birbirinden bağımsız ve güçlü olması lazım. Yasama meclistir, yürütme hükümettir, yargı da bağımsız mahkemelerdir. Bağımsız ve sorumsuz olan yargının aslında olması gereken unsuru, tarafsızlıktır. Tarafsızlığı temin edecek şartlar oluştu. HSYK’da eskiden beş kişi, ’al gülüm, ver gülüm’le istediklerini getiriyor, istediklerini götürüyordu. Karşılıklı görüşler en azından temsil edilecek. Aynı makineden çıkmış, bire bir prototip olanlar değil, farklı düşünebilen, farklı pencereden bakabilen yargıçlarla bu iş yürüyecek."

Arınç, "Türkiye geçen bu dört senede demokratikleşmede, neyi yaptı, neyi yapamadı? Bundan sonra ilk ne yapılmalı?" yönündeki soru üzerine de Türkiye’nin geldiği noktadan mutlu olduğunu belirtti.

Türkiye’de yeni bir anayasa yapmanın bundan sonra yapılacak ilk iş olduğunu ifade eden Arınç, şöyle konuştu:

"12 Eylül referandumu oldu bitti. Başbakanımız, ’Önümüzde dokuz ay var, bütün partiler kendi tekliflerini hazırlasın. Meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları siz de hazırlayın’ dedi. Zamanımız bol, bir sene, iki sene. Ne zaman anlaşabilirsek. Mutabakatı, konsensüsü arayalım, herkesin ’benim anayasam’ diyebileceği bir temel belgeyi ortaya çıkaralım. Birkaç ayda bitireceğiz, diye bir şey yok. Kapıyı kapatacağız, anlaşmadan buradan çıkış yok. Herkes bize diyor ki ’Siz tekrar iktidara geleceksiniz ama iki konuda ihtilaf ediyoruz biz. 340-350’yle mi geleceksiniz, yoksa 367’nin üstüyle mi geleceksiniz?’ Daha çok korktukları 367’nin üstüyle gelmemiz. Biz ikisine de razıyız. Allah nasıl nasip ederse bunu göreceğiz. Ama 367’yle değil 467’yle bile Mecliste kabul edilse bu yeni anayasa, bunu referanduma götüreceğiz tekrar. Parlamento içindekilerin ’evet’ demesi önemli değil, halk ne diyecek onu öğreneceğiz. Bu kadar kesin, bu kadar iddialı ve samimiyiz. Birincisi bu. İkincisi ben basından sorumlu görünen bir Başbakan Yardımcısıyım daha çok. Basın mensuplarının TCK’dan ve Terörle Mücadele Kanunu’ndan şikayetleri var. Biz bunların bir kısmını gördük. Ama yasalaştıramadık. Seçimin son günlerine denk geldi, Meclisin kapanmasının. İnanıyorum ki Terörle Mücadele Kanunu’nda iki üç maddeyi tekrar ele almamız lazım. TCK’nın iki üç maddesinde basın adına bir takım ögeleri daha ciddi unsurlar halinde kanuna koymamız lazım. Ahmet için verilen karar Mehmet için verilmiyor. Biz bunu seçimden önce gördük 2002’de. Hasan Celal Güzel Bey için verilen kararı aynı daire, Recep Tayyip Erdoğan için inkar etti. O zaman ’Yargı siyasallaşmıştır’ dediğim için Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin beş üyesi tarafından tazminata mahkum edildim. Meclis Başkanıyım, maaşımda haciz var. Biz bunları gördük, geçirdik. Ama şimdi orada değiliz. Her şeyi sabırla çözüyoruz. Sabırla halletmeye gayret ediyoruz. Yeter ki ülke bedel ödemesin. Seçimlerin ardından TBMM’de, CHP’de, MHP’de kim olacaksa yeni anayasa ve demokratikleşme konusunda ülkemiz adına, milletimiz adına bize doğruyu göstersin."

Haberin Devamı