Gazete Vatan Logo

"Başarırsan zaten iktidara geçiyorsun. Bizim suçumuz başaramamak oluyor herhalde!" (2)

Neredeyse çeyrek asırdır süren Devrimci Yol Davası evvelki hafta Yargıtay tarafından idam cezasının kaldırılması nedeniyle bozuldu. Böylece yılan hikâyesine dönen davada son aşamaya gelinmiş oldu. Davanın "bir numaralı sanığı" Oğuzhan Müftüoğlu ilk kez Pazar Vatan'a konuştu

AİHM'de kazandık
* Karar neydi?
Anayasayı zorla ortadan kaldırmaya teşebbüs. İdamla yargılandık, müebbet hapis verdiler. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gittik. Kazandık. Sonra infaz yasası çıkarıp, bıraktılar.

* Dev-Yol davasının bu kadar uzun sürmesinin sebebi nedir?
Bugün olsa bu davalar zaten açılmazdı. 12 Eylül öncesinde bir siyasallaşma hareketi vardı. Değişik görüşler, yayınlar vardı. Bir iç savaş ortamı yaşanıyordu. Sonra askeri yönetim gelip, binlerce insanı toplayıp dava açtı. 10 binlerce kişiye birden... Artvin davasında yargılananların sayısı binin üzerinde. Artvin'in nüfusu 10 bin. Devrimci Yol davasından, bir şehrin onda biri yargılanıyor. Tümüyle hukuk dışı bir ortamdı. Bunu yapanların kendileri zaten askeri bir darbe ile iş başına geliyor, Meclis'i, partileri dağıtıyor. Aslında 146. Madde'ye girecek asıl suç bu. Anayasal düzeni zorla, silah
yoluyla ele geçirmek. 146. Madde'de sadece teşebbüs etmek suçtur. Başarmak suç değildir! Başarırsan zaten iktidara geçiyorsun. Bizim suçumuz başaramamak oluyor herhalde!

* Cezaevinde uzun süre kalmak insanın umudunu söndürmüyor mu?
Sanıldığı gibi değildir. Cezaevi, benim dışarda geçirdiğim yıllardan daha azap verici gibi gelmiyor şimdi. İnsanın direnç kabiliyeti çok yüksektir. Eğer haklı olduğuna inanıyorsa ve inançlarını sürdürüyorsa, insan o koşullara uyum sağlamakta zorluk çekmez. Ben 6 yıl şimdiki F tipi hücrelere benzer yerlerde kaldım. İnsanlar kendi inançlarını koruyabildikleri sürece dayanabilirler. Tabii ki büyük acılar da çekildi. Bugün Irak cezaevlerinde bütün insanlığın nefretle baktığı fotoğraflara benzer şeyler bizim cezaevlerimizde de yaşandı. Ama insanların amaçları onların direnmelerini de sağlar.

* Pek çok şeyi anlayabiliyorum da, cezaevi direnişlerinde kendilerini canlı canlı yakan gençlerin ruh halini çözemiyorum. Dinci terör örgütlerindeki canlı bombalara insan kısmen akıl erdirebiliyor. O, zaten o uğurda ölmeyeceğine, cennete gideceğine filan inanıyor, pimi öyle çekiyor. Ama yaşamı değiştirmek için, daha güzelleştirmek inancı ile yola çıkan insanları kendini yakmaya kadar götüren bir ruh durumunu nasıl izah ediyorsunuz?
Neden soruyu tersinden sormuyorsunuz? Bir insana kendini yaktıracak kadar eziyet etmek nasıl bir şeydir diye? Tabii ki hayat güzeldir, insan yaşamak ister. Devrimci bir insana, hayatını sona erdirmeyi göze aldırtacak kadar yapılan baskılar nedir diye sormak gerekmiyor mu?

* Burada cezaevindeki baskılardan söz ediyoruz. Kendi örgütünden gelen baskılar yok mu?
Ben 40 küsur senedir devrimci hareketin içinde yaşadım. Ne militan olarak, ne de yönetici olarak bulunduğum hiçbir harekette böyle bir
şey asla olmadı. Devrimci bir hareketten ayrılmak isteyene hiçbir baskı yapılamaz.

* Ben, bir yerden emir gelip de, "Kendinizi feda edin, yakın" dendiği zaman bu emre uymaktan söz ediyorum.
Benim içinde bulunduğum hareketlerde böyle bir şey yaşanmadı.

* Zaten sizden söz etmiyorum ki...
Öyle bir şeyi bilmediğim için bu konu hakkında konuşmaya hakkım yok. Benim yaşadığım örgütler içinde böyle şeyler olmamıştır.

* Tahliye olduktan sonra politik süreciniz nasıl gelişti? ÖDP'nin kuruluşunda ön ayak oldunuz...
Bir tartışma dönemi yaşadık. Geçmişten beri birlikte mücadele ettiğimiz arkadaşlarla bugünün Türkiye şartlarında ne yapılması gerektiğine birlikte karar verdiğimiz bir süreç oldu. Herkesin katıldığı demokratik bir süreçti. Farklı görüşte olanlar ayrıldı. Ben çoğunluğun verdiği kararlar doğrultusunda hareket ettim. ÖDP nin kuruluşuna katıldık.

Fatsa modeli hükümeti korkuttu
* Dev Yol'un bir kentte o kadar etkili olması nasıl mümkün oluyordu? Mesela Fatsa örneğinde olduğu gibi...
Orada bir halk uyanışı vardı. Sadece orada değil, pek çok yerde aşağıdan bir halk uyanışı ve örgütlenmesi gelişiyordu.

* Fatsa'ya asker giremez derlerdi...
Asker de vardı, polis de. Belediye Başkanı her mahallede komiteler kurmuştu ve ilçeyi birlikte yönetiyorlardı. Bir doğrudan demokrasi denemesidir.

* Başlı başına bir yönetim...
Komitelerin içinde sağa, solcu, herkes vardı. Türkiye'de o dönemde gece sokağa çıkılabilen tek kent Fatsa'ydı. Hiçbir silahlı olay da olmazdı.

* Belediye başkanının kurduğu özerk bir yönetim varmış...
Bugün Brezilya'da Porto Allegre'de benzer bir yöntem uygulanıyor. Mahallelerde halk komiteleri kuruluyor ve onun üzerine bir rejim oturtulmaya çalışılıyor. Bu demokrasinin kendisi.

* Terzi Fikri diye bilinen Fikri Sönmez kimdi?
Devrimci Yol hareketi içinde bir arkadaştı. Terziydi. Bağımsız olarak girdiği başkanlık seçiminde bütün partilerin toplamından fazla oy almıştı. Fatsa halkıyla birlikte Fatsa'yı yönettiler.

* Ya sonra?
Bir gün, yanılıyor olabilirim ama galiba Oktaş Ekşi, bir yazı yazdı. "Bırakırsanız bu ülkeden yüzlerce Fatsa çıkar. Türkiye'nin pek çok yerinde yolsuzluklar var, rüşvet var, halk belediyelerden şikayetçi ama Fatsa'da bunların hiçbiri yok" diye... Hükümet bundan rahatsız oldu. Demirel "Hadise Fatsa'dadır" dedi. Ondan sonra askeri birlikler oraya gönderildi. Davalar açıldı, insanlar yargılandı. Şimdi Türkiye'nin herhangi bir yerine döndü Fatsa. Belki herşey güllük gülistanlık değildi ama, Türkiye'nin o karanlık tablosu içinde halkın birbiriyle dayanışma içinde olduğu bir umut ışığıydı.

Haberin Devamı